Cumhuriyet’imizin 100. yılı… Çağdaş uluslar düzeyine ulaşmak Cumhuriyet’in en büyük ereğiydi. Çağdaşlaşmanın, çağdaş uygarlığın önemli ölçütlerindendir spor. Sporda Cumhuriyet’le gelen başarıları yüzüncü yılda hatırlamamak elbette olmazdı. Bu dönemde çok uzun yıllar güreş yüzümüzü ağartan nerdeyse tek spor dalı oldu. Olimpiyat ve dünya şampiyonluğu gibi büyük başarıları yalnızca ata sporumuz güreşte elde edebildik. Şampiyonluk kürsülerine uzun yıllar yalnız güreşçilerimiz çıkabildiler. Onların hemen hepsi güreş geleneğini iyi bilen yoksul köy çocuklarıydılar. Belki de bu yüzden başarıları tam anlaşılamadı, onlara gereken ilgiyi, vefayı göstermedik. Efsaneleşmiş şampiyonlarımız büyük yayınevlerimizin, yazarlarımızın ilgisini çekmedi, haklarında yazınsal değeri olan tek bir kitap yazılmadı. Hayatları, başarıları sanat dünyasının ilgisini çekmedi. Yüzüncü yılda da bu sessizliğin, ilgisizliğin süreceğini tahmin edebiliyorum. Çünkü ata sporumuz aydınlarımızca yazık ki bugün tepeden bakılan bir spor, ayrıca Cumhuriyet aydınlığını hâlâ içine sindirememiş olanlar, bu dönemdeki kazanımlarımızı görmek istemeyenler az değil. Işte bu nedenlerle biliyorum, Cumhuriyet abideleri gene görmezden gelinecek. Cumhuriyet Sporunun Zafer Abideleri’nde ele aldığımız dönem Türk güreşinin “altın yılları” diye anılır. Çalış mamı bu dönemle sınırladım. Nerdeyse Türklerin tarihi kadar eskilere giden güreş geleneğinin ayağa kalkmasında, “Türk gibi kuvvetli” sözünün dünyaya yeniden hatırlatılmasında Cumhuriyet yönetiminin elbette payı büyük. Öykülerini yazdığımız şampiyonlar yokluklar, yoksulluklar içinden geldiler. O yıllardaki olanaksızlıklar, altyapı eksikliği şu özlü sözle anlatılır: At var, meydan yok!.. Gazino, sinema sahnelerinde, mescit altlarında güreşler yapılıyordu. Spor salonları yoktu… Işte bu koşullarda ulusun başına Atatürk gibi bir önder geçti. Onun güreş sevgisini anlatan sayısız yazılar okuduk, anılar dinledik. Yalnız seyretmeyi değil, güreş tutmayı da severdi Ata’mız. O yıllarda yaşamış ünlü pehlivanların nerdeyse hepsinin Atatürk’le ilgili anıları var. 1936 yılında Yaşar Erkan’ın Berlin Olimpiyatlarında şampiyon olduğu haberini duyduğu gün, Atatürk’ün ömründe yaşadığı en mutlu gün olarak anlatılır. Gazi’nin emriyle sporu örgütleyen yeni kurumlar, kulüpler kuruldu. Cumhuriyet yönetimi sporda geriliğin, geri kalmışlığın önemli bir işareti olduğunu biliyordu. Bu yıllarda yabancı uzmanlar, antrenörler çağrıldı. Batı ülkelerindeki beden eğitimi yöntemlerini öğrenmeleri için yurtdışına öğrenciler gönderildi. Yabancılarla spor karşılaşmalarına önem verildi, başta güreş olmak üzere sporcularımızın deneyim kazanmaları sağlandı. Çayırlarda güreşe başlayan köy çocuklarını kulüplere kazandırıp modern güreşi öğretmenin yolları arandı. Bu konuda kulüplerin yanı sıra ordudan da yararlanıldı. Güreşe karakucakla başlayan çoğu şampiyonumuzun minder güreşine askerlik yıllarında başladığını biliyoruz. Dünyada Muhammed Ali Clay, Emil Zatopek gibi sporcular hakkında yazınsal değeri olan önemli kitaplar yazılırken, bizim en az onlar kadar başarılı olan Yaşar Do ğu’larımıza, Celal Atik’lerimize büyük yayınevlerimiz, yazarlarımız ilgisiz kaldılar. Biz bir süreden beri karınca kaderince bu boşluğu doldurmaya çalışıyoruz. Neşter ve Madalya, ardından Sessiz Şampiyon adını verdiğim romanlarımdan sonra elinizdeki kitapla çalışmalarım bir üçlü olarak tamamlandı. Hem ata sporumuz güreş, hem de Cumhuriyet’le ilgili aynı duyarlılığı taşıdığımız Ötüken Neşriyat’a kitaplarıma gösterdikleri ilgiden dolayı teşekkür ediyorum. Yapıtlarımı sizlere olabildiğince kusursuz bir biçimde sunma çabamızda çok yardımını gördüğüm, ayrıca güreş sevgisine hayran kaldığım değerli editörümüz Oğuzhan Murat Öztürk’e teşekkürlerimi burada yazmadan geçemeyeceğim. Cumhuriyet’imizin daha nice yüzüncü yılları kutlanacak, nice zafer abideleri ortaya çıkacak, buna inanıyorum.