“İhtilâf” kelimesi İslami kaynaklarda, icmâ ve ittifakın karşıtı olarak kullanılır ve Kur’ân ve sünnetin temel ilkelerinde birleşen âlimlerin, ictihada açık konularda farklı kanaatler benimsemesini ifade eder. Bu kavram belki ilk duyulduğunda zihinde olumsuz anlamlar çağrıştırsa da aslında insan tabiatının zorunlu bir dışa vurumudur. İctihada müsaade eden yüce irade zımnen ihtilafa da müsaade etmiştir. Diğer bir deyişle, Şâri Teâlâ’nın insanlara vahyi anlama ve anlamlandırma emri vermesi, ihtilâfa bizzat kendisinin izin verdiği anlamına gelmektedir. Şu halde, ictihad ile ihtilâf arasında sıkı bir sebep-sonuç ilişkisinin, zorunlu bir varoluşsal bağlantının bulunduğunu söyleyebiliriz. Fıkhî ihtilaflar İslam’ın kendi içinde çelişki taşımasından değildir. Söz konusu ihtilaflar, konuyla ilgili nassın, kimine ulaştığı halde kimine ulaşmaması, müctehidin hadisi zayıf ya da diğer hadisler karşısında mercûh olduğunu düşünmesi, istinbat yöntemlerinin farklı olması ve dinî metinlerin farklı şekilde yorumlanmaya müsait olması gibi bazen müctehidin yetenekleriyle bazen de dil faktörüyle açıklanabilir. Burada asıl önemli olan ve konunun bizi ilgilendiren tarafı, bu ihtilaflar karşısında bizim nasıl bir duruş sergileyeceğimiz ve bunlardan nasıl istifade edeceğimizdir. İşbu eserde “ilme ve âlimlere saygı”, “âlimlerin görüşlerini nasslara arz etmek”, “âlimlerin genel kanaate aykırı (şâz) görüşleri”, “insaf ilkesine bağlı kalmak”, “bir âlimi taklid veya belli bir mezhebe bağlanmanın hükmü”, “taassuptan uzak durmak”, “mezheplerin ruhsatlarını araştırmak”, “fetvada değişime duyulan ihtiyaç”, “ihtilafları dikkate alma ve ihtiyat ilkesi”, “mezhep değiştirme” gibi başlıklar altında ve âyetler, hadisler ve İslam büyüklerinin sözleri ışığında mezkûr sorunun cevaplarını aramaya çalıştık. Tevfîk ve hidâyet Allah’tandır.