Kur’an-ı Kerim, insan hayatını hedefleyen ve buna yönelik bilgileri ihtiva eden son münzel kitaptır. Dolayısıyla bu bilgiler, hayatının her alanında insana yol gösterici bir niteliğe sahip bulunmaktadır. Zira son şeklini almış bulunan bir münzel kitabın, bütün insanları kuşatabilmesi ve onlara doğru ve sağlıklı bir biçimde ulaşabilmesi için çok özel bir bilgi organizasyonu ve evrensel bir bakış açısına sahip olması gerekmektedir. Onun bir defada değil de 23 yılda parça parça indirilmesinin arka planında yatan amaç da budur. Çünkü Kur’ani muhtevada yer alan bilgilerin önemli bir bölümü, herhangi bir sebebe bağlı olmaksızın; diğer bir bölümü de belli şartlara ve sebeplere bağlı olarak indirilmiştir. Bu tasnife göre birinci bölümde yer alan bilgiler, “sunulmuş vahy”i; ikinci bölümde yer alan bilgiler ise “istenilmiş vahy”i sembolize etmektedir. Dolayısıyla bu tanımlama, aynı zamanda Kur’ani muhteva ve bu muhtevaya ait anlam boyutlarının anlaşılması ve değerlendirilmesinde önemli bir etkendir. Kur’an’da yer alan muhtevayı ve bu muhtevaya ait anlam boyutlarını kategorik bir yaklaşımla ele alacak olursak bu muhtevanın, Allah, insan ve kâinat ekseni etrafında dönüp dolaştığı, bu üç ana kavramın birbiriyle ilişkilerine yönelik olduğu, daha açık bir ifadeyle söylersek bu muhtevada, “tanıtım”, “konum”, “konuma bağlı sorumluluk” ve “sorumluluk ilkeleri”nin yer aldığı görülmektedir. Kur’an’da Allah’ı tanıtan bilgiler, özellikle O’nun ne olduğu ve ne olmadığına yöneliktir. Allah’ın sıfatları/nitelikleri rivayetlerde 99 olarak zikredilse de Kur’an’da bu sayının çok daha fazla olduğu görülmektedir. İnsanı tanıtan bilgiler ise insanın hem kimliği hem de kişiliğine yöneliktir. “Kim?” sorusunun cevabı, insanın, kimliğini; “nasıl?” sorusunun cevabı ise kişiliğini açıklar. İnsanın sahip ol-12 Kur’an ve Bilim duğu kimlik, biri, fıtri/gayriiradi; diğeri ise iradi olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Fıtri kimlik, insan kimliği başta olmak üzere cinsiyet ve etnik kimlikler gibi tercihe bağlı olmayan; iradi kimlik ise başta inanç kimliği olmak üzere medeni, ilmî, meslekî vs. gibi tercihe bağlı kimliklerdir. Kur’an, bu kimliklerden irade dışı kimlikleri, ‒ne yüceltici ne de alçaltıcı gibi‒ bir değer unsuru olarak görmezken; iradeye bağlı kimlikleri ise bir değer unsuru olarak kabul eder. Nitekim Kur’an’da, iman edenler/bilenler ile iman etmeyenler/bilmeyenler yani müminlerle kâfirler/müşrikler bir tutulmaz. Kur’an’da, kişilikle ilgili bilgilerin boyutu ve içeriği, kimlik bilgisinin boyutu ve içeriğinden çok daha fazladır. “Nasıl bir Müslüman?” sorusunun cevabını oluşturan ve “Müslüman” karakterini yansıtan bilgilerin kimlik bilgisinden daha fazla Kur’an’da yer alması, onun evrensel mesajına uygun bir sonuçtur. Zira kimlik, insana bazı şeyler kazandırsa da çok şey kazandırmamaktadır. İnsana çok şey kazandıran, insanın kişiliğidir. Çünkü kimlik, insanın, günah işlemesine yeterince engel olamazken; kişilik ise büyük ölçüde engel olabilmektedir. Bir başka ifadeyle, kişilik sahibi insanlar, kimliklerini öne çıkaran insanlardan daha az günah işlemektedirler. Bu nedenle insan kimliğini hedefleyen Kur’an, onun kişilik kazanmasına yönelik bilgiler de vermektedir. Kâinatın tanıtım bilgisi ise Allah ve insanın tanıtım bilgisine oranla yok denecek kadar azdır. Bunun sebebi, varlık âlemine, Kur’ani ifadeyle “şehadet” âlemine ait bilgilerin araştırılması ve keşfedilmesinin, insanoğlunun iradesine terk edilmiş olmasıdır. Şüphesiz bu durum, kâinatın ve insanın konumundan kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte kâinatın niçin var edildiğine cevap teşkil edebilecek bazı bilgiler Kur’an’da yer alsa da nasıllığına dair bilgileri öğrenme, bunun için araştırma yapma ve keşiflerde bu-Ön Söz 13 lunmanın insanın sorumluluğuna bırakıldığı ve bunun da genel bir ilke olduğu görülmektedir. Allah, insan ve kâinatın konumu ile ilgili olarak Kur’an’da yer alan bilgilere gelince bu bilgilerin, en az tanıtım bilgileri kadar ayrıntılı olduğu görülmektedir Nitekim Kur’an’da, Allah Teala, İlah, Rab, Yaratıcı, hidayet edici konumda olan tek vacibu’l-vücud olarak tanıtılmaktadır. O’nun zati sıfatları, kendisini tanıtan; kâinat ve insanla ilgili sıfatları ise hem tanıtıcı hem de konumunu açıklayıcı sıfatlardır. Mesela, Mâliku’l-mülk, Bâri’, Hafîz, Rezzâk, Muhyî vs. gibi sıfatlar, Allah’ı, hem tanıtan hem de konumunu açıklayan; Adl, Afuv, Gaffâr, Rahîm vs. gibi sıfatlar ise hem tanıtan hem de görevini açıklayan sıfatlardır. Şüphesiz Allah için söz konusu olan bu görev, O’nun ilahlığının bir gereğidir. Nitekim “Kendisine şirk koşulmadığı sürece, Allah’ın, kullarını affetmesi, kulların Allah üzerindeki hakkıdır.”1hadisi de affın, Allah’a ait bir görev olduğunu ifade etmektedir. Kur’an, insanın konumunu, Allah’a karşı, kul; hemcinsine karşı, insan; varlık âlemine karşı ise halife olarak açıklamaktadır. Bu tanıma göre, hem Allah’ın kulu hem de yeryüzünün halifesi olan insan, hemcinsinin ise ne kulu ne de Rab’bıdır. Zira insan, ancak Allah’a kul ve varlık âlemine karşı halife olarak görevlendirilmiştir. Dolayısıyla sorumluluğu da bu amaca yöneliktir. Bu sebeple insan, Allah’a karşı, kulluk; varlık âlemine karşı, halifelik;hemcinsine karşı ise insanlık görevi ile yükümlü kılınmıştır. Kulluk, kurallı ve kuralsız olmak üzere Allah’a karşı yapılan ibadetlerin tümü; insanlık, insanın beraberinde getirdiği fıtri değerler ve ahlaki erdemlerin bütünü; halifelik ise insanın, varlık âlemini tanıması, kesbetmesi ve hayatını kolaylaştıracak bilgiler elde etmesidir. Bu sebeple İslam, insan fıtratına uygun ve onunla örtüşen bir dindir. Söz konusu yükümlülük, hem insanın hem 1 Buhârî, Cihad 46.14 Kur’an ve Bilim de kâinatın konumundan kaynaklanmaktadır. Zira insan, iradeli; kâinat ise iradesiz bir varlıktır. Bu sebeple de kâinat, insan karşısında hizmetli konumunda olup görevi de yaratılış amacına uygun olarak insana hizmet etmek ve onun hayatını kolaylaştırmaktır. Kur’an’ın, muhatabı insan, amacı da insana yol göstermek ve klavuzluk etmek olduğuna göre, sorumluluk ilkeleri de ancak insana yönelik olacak demektir. Zira konumu itibarıyla ne Allah ne de kâinat, Kur’an’da yer alan ilkelere muhataptır. Çünkü Allah, ilkeleri koyan; kâinat ise Allah’ın koyduğu ilkeye göre insana hizmet eden varlıktır. Sorumluluk ilkesi, sadece Kur’an’ın muhatabı insana yönelik olup diğer varlıkları kapsamamaktadır. Kur’an’da, insana yönelik sorumluluk ilkeleri ise doğru-yanlış, helal-haram, temiz-pis ve dengeli-dengesiz bir hayatla ilgilidir. Buna göre insan, imandan sonra doğru, helal, temiz ve dengeli bir hayat yaşıyorsa, Kur’an’ın öngördüğü İslami bir hayatı yaşıyor demektir. Kur’an’da öngörülen bu ilkeleri yaşayabilmesi için bir insanın, öncelikle hür iradesine bağlı bir tercihle vahyi kabul etmesi, daha sonra da Kur’an’da yer alan bilgileri öğrenmek suretiyle hayatına taşıması gerekmektedir. Belki de Kur’an’ın ilk vahyinin “oku!” olması, bu gerçeği hatırlatmak içindir. Zira bilgi elde etmenin en emin ve en sağlam yolu okumak olduğuna göre Kur’an’ın, insanı böyle bir emirle sorumlu tutmasında şaşılacak bir durum yoktur. Asıl şaşılacak durum ise Kur’an’ın bu ve benzeri emirleri ve bilenlerle bilmeyenleri bir tutmayan evrensel ilkesine rağmen Müslümanların, okumamaları ve Kur’ani bilgileri elde etmek için çaba sarf etmemeleridir. Kur’an’da yer alan bilgileri “değer” açısından ele alacak olursak, bu bilgilerin merkezinde iman olduğunu, sonra sırasıyla, ahlak, ibadet, hukuk ve varlık âleminin bilgilerinin geldiğini görürüz. Zira bu değerlendirme, Kur’an’ın tenzil yönteminin orta-Ön Söz 15 ya çıkarttığı bir durumdur. Bu yönteme göre Mekke’de inen ayetlerin içeriği, iman ve ahlaki konular iken; Medine’de inen ayetlerin içeriği ise genel anlamda ibadet ve hukukla alakalıdır. Bu değerlendirmede, doğrudan imanla alakalı olmamakla birlikte varlık âlemine ait bilgiler, imanın ana konusunu teşkil eden Allah’ın varlığına/eşsizliğine işaret eden ve insanı, düşünme ve araştırmaya sevk eden araç bilgiler olma özelliğini taşımaktadır. Bir başka ifadeyle bu bilgiler, iman, ahlak ve ibadet kavramları dışında kalan fakat insanın, dine dönüşü ve hayatını kolaylaştırıcı özelliklere sahip, dolayısıyla da halifelik sorumluluğunu yerine getirmesini sağlayan bilgilerdir. Verilen bu bilgiler ışığında toplumları değerlendirdiğimizde, İslam âleminin, kullukta; Batı âleminin ise halifelikte daha önde olduğu görülmektedir. İnsanlık konumuna gelince, bazı alanlarda, Müslümanların; bazı alanlarda ise Batılıların ileride olduğu gerçeği ile karşılaşılmaktadır. Mesela, aile kurumu ve aile içi ilişkilerde, Müslümanlar; trafik kuralları ve zamana uyma konumunda ise Batılılar daha öndedir. Bunun da nedeni, insanı ve ona yönelik bilgileri içeren Kur’an’ı bir bütün olarak ele alamayışımız ve bir bütünlük içinde sistem kuramayışımızdır. Olumsuz ve eksik yönleri olsa da Batı, insan hayatını hedefleyen sistemler kurmuş ve bu sistemlere insanların da uymalarını sağlamıştır. İslam âleminde ise kurulan sistemler, bütünlükten ziyade alanlara yöneliktir ve genellikle de konulan kurallara insanlar uymamaktadır. Bu sebepledir ki Resulullah’ın temsil ettiği Kur’an insanı olma, yerini zamanla, fıkıh ve tasavvuf insanı olmaya terk etmiştir. Dolayısıyla da Müslüman, Kur’an insanı olma yerine, Kur’an’a dayalı sistemlerden birinin müntesibi olmayı tercih etmiştir. Bu da insan hayatını hem parçalamış hem de insanı bütünlükten uzaklaştırmıştır. Kur’an-ı Kerim, iman eden her insan için bir din kitabı olduğu kadar içinde, kıssalar, darbımeseller ve ibret verici varlık 16 Kur’an ve Bilim olaylarının da anlatıldığı bir öğüt kitabıdır. Onun amacı, her alanda insana yol göstermek ve verdiği bilgilerle insanı uyarmaktır. Ne var ki öğüt, akılsız bir insanı akıllı yapmaz, fakat akıllı insanı harekete geçirir. Bu sebeple Kur’an’ın temel fonksiyonlarından biri de insanı uyarmak (inzar) ve onun harekete geçmesini sağlamaktır. Kur’an bu fonksiyonunu, geçmişte fıkıh, kelam, tasavvuf ve felsefe alanlarında icra etmiş ise de Kur’an-bilim ilişkisi alanındaki fonksiyonunu, ‒7. asır ila 12. asır arasında geçen beş asırlık bir zaman dilimi hariç‒ sekiz asır icra edememiştir. Bununla birlikte 19. asrın sonları ile 20. asrın başlarında meydana gelen sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik sebepler, Kur’an’a, hem bu alanda yeniden fonksiyon icra edeceği bir ortam ve imkân hazırlamış hem de bilimsel anlamda Kur’an’a yönelişlerin yoğunlaşmasını sağlamıştır. Genel anlamda Kur’an-bilim ilişkisi, Kur’ani bilgilerin bilinmesi ve hayata aktarılmasını zorunlu kılarken; özel anlamda ise insanın, konumundan kaynaklanan sorumluluğu gereği varlık âlemini tanıması, bilmesi ve onda yer alan ilahî kanunları keşfetmesi ve böylece hayatını kolaylaştırıcı bilgilere de sahip olmasını gerektirmektedir. Nitekim bu alanda, pek çok Müslüman bilim adamı, yeteneği ölçüsünde Kur’an’ın daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacak araştırmalar yapmış ve eserler yazmıştır. Bir bilim adamı olarak benim de sahip olduğum formasyon ölçüsünde yazdığım kitaplar ve makaleler ile bu alana kısmen de olsa katkılarım olmuştur. Dolayısıyla Kur’an-bilim ilişkisi, mahiyeti ve sorunlarını ele alan ve konusu yine Kur’an olan diğer çalışmalarımı bir kitap hâlinde okuyucunun istifadesine sunma isteği, Kur’an ve Bilim adlı bu kitabı, yayın hayatına kazandırmıştır. Bir bilim adamı için yaptığı çalışmaların basılıp gün yüzüne çıkmasından daha mutluluk verici bir şey yoktur. Zira “Sel gider, Ön Söz 17 kum kalır.” Bu nedenle ilim denizinde bizim de bir kumumuzun bulunması, elbette mutluluk vesilesi olmuştur. Dolayısıyla bu mutluluğa vesile olan aziz dostum Ömer Ziya Belviranlı’ya teşekkürlerimi, verdiği nimet ve lütuflar için de Yüce Rab’bime hamd ve şükranlarımı sunarım.