Türk dış politikasında Kıbrıs, geçmişten bugüne önemli bir yere sahiptir. Türkiye, tarihi ve coğrafi bağları nedeniyle Kıbrıs Adası ile yakından ilgilenmiştir. 300 yıl Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde kalmış olan Kıbrıs, 1878’den 1960 yılına kadar İngiltere tarafından yönetilmiştir. Bağımsızlık sonrasında Megai İdea düşüncesiyle hareket eden Yunanistan, yayılmacı politikasının bir sonucu olarak Kıbrıs’ı da topraklarına katmak istemiş ve bu istek Enosis kavramıyla siyasi bir politikaya dönüştürülmüştür. 1914 yılında Kıbrıs’ın İngiltere tarafından ilhakı, Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye tarafından tanınmıştır. Böylece, resmi olarak İngiltere’ye bırakılmış olan Kıbrıs, Yunanistan’ın ısrarlı ve kararlı Enosis talebi nedeniyle İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden Türkiye’nin gündemine girmiştir. Yunanistan tarafından milli bir politika olarak yürütülmüş olan Enosis faaliyetleri, Türk-Yunan ilişkilerini etkileyen en önemli konulardan biri olmuştur. 1950’li yıllarda Yunanistan öncelikle Enosis’in, bu mümkün olmadığı takdirde Birleşmiş Milletler aracılığı ile halkın kendi geleceğini kendisinin belirlemesi ilkesinin (self determination) Kıbrıs’ta uygulanmasını istemiştir. Türkiye ise Ada’nın mevcut statüsünün korunmasını, değişikliğe gidilmesi halinde ise eski sahibi olan Türkiye’ye iade edilmesini istemiş, Yunanistan’a ilhakına ise kesinlikle karşı çıkmıştır. Bu süreçte İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında yapılmış olan görüşmelerde herhangi bir sonuca ulaşılamaması ve Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs’la ilgili kesin bir karar vermemesi üzerine Türkiye ile Yunanistan arasında ikili görüşmeler başlatılmıştır. Dışişleri Bakanları seviyesinde başlatılmış olan ön görüşmelerden sonra Türkiye ve Yunanistan başbakanları 1959 yılı Şubat ayında İsviçre’nin Zürih şehrinde bir araya gelerek Kıbrıs’ta bağımsız ve iki toplumlu ortak bir devletin temelini atmışlardır. Sonrasında Londra’da İngiltere’nin, Rum ve Türk cemaat temsilcilerinin de katılması ile bir araya gelen ilgili beş taraf Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran antlaşmaları imzalamışlardır. Hazırlık aşamasından sonra 16 Ağustos 1960’ta fiilen kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyeti, antlaşmaları ve Anayasası ile Doğu Akdeniz’de yeni bir yönetim modelini tecrübe etmiştir. Kıbrıs’ta Rum ve Türk cemaatlerinin nüfus oranları da dikkate alınarak müşterek şekilde yürütülmesi amacıyla bir sistem kurgulanmıştır. Kıbrıslı Türklere tanınmış olan siyasi ve idari hakların Rumlar tarafından kullandırılmak istenmemesi ise iki toplum arasındaki gerginliği artırmıştır. Son olarak Kıbrıs Anayasası’nın Kıbrıslı Türkler aleyhine değiştirilmek istenmesi, anlaşmazlığı derinleştirmiştir. Nihayet, önceden planlanmış bir şekilde Rumlar tarafından 21 Aralık 1963’te başlatılmış olan saldırılar, Türklerin toptan imhasına yönelik bir hâle dönüşmüştür. Tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen katliamlarla işlemez hâle gelen Kıbrıs Cumhuriyeti, fiilen sona ermiştir. Bu dönemde resmen bir Kıbrıs Cumhuriyeti olsa da işlevini yapamayan bir devlet ortaya çıkmıştır. 1964 yılında sürdürülmüş olan Rum saldırıları, Türkler ve Rumlar arasındaki ilişkileri derinden sarsmıştır. Kıbrıs merkezli olumsuz gelişmeler Türkiye ile Yunanistan’ı da karşı karşıya getirmiştir. 1964 yılı Ocak ayında Londra’da bir araya gelmiş olan ilgili taraflar, soruna kalıcı bir çözüm bulamamışlar, ancak sorunun Birleşmiş Milletler’e intikalini sağlamışlardır. 4 Mart 1964 tarihli BM Güvenlik Konseyi kararı ile Kıbrıs’a Barış Gücü gönderilmiş, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından tayin edilmiş olan arabulucular iki toplum ve ilgili devletler arasındaki görüşmelere başlayarak Kıbrıs sorununa çözüm aramışlardır. Arabulucuların Kıbrıs sorununa çözüm teklifleri, ilgili taraflarca kabul edilmemiştir. Yeni dönemde Türkler, saldırılar ve katliamlar nedeniyle Rumlarla birlikte yaşayamayacaklarını belirterek coğrafi ayrılığa dayalı bir çözümden yana olduklarını belirtmişlerdir. Aynı süreçte Türkiye ise Batı merkezli bir dış politikanın kısıtlamaları ile karşılaşmıştır. Bu durum, dış politikada milli menfaatler çerçevesinde yeni stratejiler geliştirilmesinin bir zorunluluk olduğunu göstermiştir. Bu bağlamda, Kıbrıs merkezli Türk dış politikasının temel dinamikleri çalışma içerisinde değerlendirilmiş olacaktır. Çalışma, giriş ve iki ana bölümden oluşturulmuştur. 1965 yılı başına kadar Kıbrıs’la ilgili gelişmelerin Türk dış politikası bağlamında incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışma alanına ve alanla ilgili kaynaklara katkı sağlayabilme amacı ile çalışılmıştır. Yerli ve yabancı arşiv belgelerinin değerlendirildiği bu çalışmada; resmi tutanaklar, gazeteler, hatıratlar ve bilimsel çalışmalar titizlikle incelenmiştir. Bu süreçte, eşim Fatma Betül Hanımın sabrı ve desteği olmadan çalışmanın tamamlanması mümkün olmayacaktı. Kendisine, moral kaynağım kızlarım Eslem Erva, Ayşe Sena ve Aysima’ya müteşekkirim. Kitabın ikinci baskısında da desteklerini esirgemeyen Nobel Akademik Yayıncılık yöneticilerine ve çalışanlarına teşekkürü bir borç bilirim.