Allah’a hamd, Hz. Peygamber’e salât ve selâm ederim. İslâm’ın ana kaynağı Kur’ân şöyle der: “Kim kendisine hidâyet (doğru yol) besbelli olduktan sonra Peygamber’e karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyarsa onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehennem’e sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir.” (Nisâ,4/115) “Ve böylece sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız vePeygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta birümmet yaptık.” (Bakara,2/143) “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten men’eder ve Allah’a imân edersiniz.” (Âl-i İmrân,3/110) Bu dinin bilginleri Kur’ân’ın âyetlerini ışık edinip uygulamayayönelik ortak bir ittifakı sunmaya çalıştıklarında icmâ, İslâm’ın ana kaynakları arasında üç numaralı sıradaki temelini atıyordu.Hz. Peygamber (s.a.s.) vefat etmişti. Onun terbiyesinde yetişenve aynı zamanda canlı vahye tanıklık eden ilk kuşak olan sahâbe, Kur’ân’ı ve öğretmenleri olan Peygamber’in sünnetini anlamaya, yorumlamaya ve sonuçlar elde etmeye çalışıyordu. Vahyin kesildiği bu dönemde ortaya çıkan problemlerin çözümündeki sermaye, canlı vahiy dönemi birikimi ve sahâbenin ictihad anlayışı olmuştur. İslâm’ın geçiş sürecini yaşayan sahâbenin, herhangi bir olay hakkında Rasulüllâh’ın (s.a.s.) bir sünnetinin bulunup bulunmadığının tesbitine yönelik ortaya koyduğu tavır, sonraki Müslümanlar tarafından dinin gerçek şekliyle anlaşılıp yorumlanmasında ve türeyen sorunlara dinî çözümler üretmede bir model olarak algılanmış ve buna paha biçilmez bir değer atfedilmiştir. Kur’ân, sünnet, re’y ictihâdı ve istişâre esasına dayanan sahâbenin ictihâd faaliyeti, ancak sonraki kuşaklar tarafından bir sisteme kavuşturulmuştur. 12 | Cüveynî’de İcmâ TeorisiSahâbeden miras aldığı geleneğe bağlı kalan tabiûn kuşağı devraldığı dinî bilgiyi kendinden bir şeyler katarak sonraki kuşağa aktarmış, Kur’ân, Hz. Peygamber’in sünneti ve sahâbenin görüşleri onların işleyecekleri malzemeyi oluşturmuştur. Bu aşamada onlar da öncekiler gibi Kur’ân ve sünnet malzemesini anlama ve yorumlama çabasına girerek elinde yetiştikleri sahâbenin anlama çabasını gözlemlemişlerdir. Tabiûn kuşağı karşılaşılan bir meselede sünnet olup olmadığını öğrenmek yanında sahâbede tanık olduğu uygulamanın sünnet ürünü olup olmadığını da merak edip sormuş, sünnetin yanı sıra sahâbenin ictihâdlarına karşı da ilgisiz kalmamıştır ve nihâyet sahâbe bir konuda fikir birliği etmişse bunun dışına çıkmama konusunda ortak bir anlayış oluşmuş, böylece sahâbenin ihtilafa konu olmamış karar ve fetvâları İcmâ’ın çekirdeğini teşkil ederken tabiûn da icmâ kurumuna ihtiyaç duyan ilk kuşak olarak yerini almıştır. Tarihler hicri 2. asrın sonlarını gösterdiğinde şer’î delilleri ve şer’î hükümleri konu alan fıkıh usûlü ilminin doğuşuyla birlikte icmâ, deliller hiyerarşisi içindeki aslî yerini almıştır. Bilginler, icmâyı bir toplum (ümmet) ittifakı olarak ele alıp değerlendirdiklerinde ve onun kaynak oluşunu incelediklerinde Allah’ın kitâbına ve Hz. Peygamber’in hadislerine müracaat ettiler, her iki kaynakta da icmâya dayanak buldular, bu ümmetin müctehidler düzeyinde gerçekleşen ittifakının şer’î nass niteliğinde olduğunu açıklayarak icmâyı kurumsallaştırdılar. Artık icmâ, İslâm ümmetinin hata üzerinde birleşmemesi, deyim yerindeyse bu ümmetin yanılmazlığı demekti. Gerçekten de icmâ kurumu dinî tecrübenin ve İslâm kültür mirasının korunmasında dikkate değer bir rol oynamış, toplum içinde birleştirici bir güç olarak hizmet vermiştir; ancak İcmâ’ın teori boyutuyla ilgili olarak usûlcüler arasında tartışmalar da yaşanmamış değildir. İlk hukuk ekolleşmeleri döneminde başlamak üzere varlığını gösteren bu konudaki tartışma ve farklı yaklaşımlar bir yandan kaynak ola-Ön Söz | 13rak İcmâ’ın önemini ortaya koyarken bir yandan da bu konunun zor ve zahmetli yönünü haber vermektedir. Örneğin genelde İcmâ’ın hüccet oluşu Nisa, 4/115’inci âyete dayanılarak temellendirilmeye çalışılmış ve İcmâ’ın bu âyet nassıyla temellendirilip ispatlanması kaynakların bildirdiğine göre ilk kez İmâm Şâfiî (v. 204/819) tarafından ortaya konulmuştur. Ancak Şâfiî’ye ve İcmâ’ın bu şekilde temellendirilmesi görüşünü paylaşan herkese belki de ilk ciddi eleştiri, Şâfiî mezhebinin müntesibi olan bir isimden gelmiştir: İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî (v. 478/1085). İşte biz bu çalışmamızda adı mutlak müctehidler arasında geçen ve Şâfiî mezhebi içinde “el-İmâm” nitelemesiyle ayrı bir değere layık görülen ünlü usûlcü ve mütekellim İmâmü’l Haremeyn el Cüveynî’nin ilk ekolleşmeler dönemi icmâ delilinin temellendirilmesi konusundaki farklı yaklaşımını ve genel olarak icmâ teorisi konusundaki görüşlerini incelemeye çalıştık. Üç bölüm halinde sunmaya çalıştığımız araştırmamıza konunun önemi, sınırları, yöntemi ve kaynaklarından bahseden bir giriş ile başlanmıştır. Birinci bölümde Cüveynî’nin yaşadığı dönem siyasî, sosyal, dinî ve kültürel açıdan ele alınmış, hayatı, ilmî kişiliği ve çeşitli alanlarda te’lif ettiği eserlerinin tanıtımları aslî kaynaklara başvurularak incelenmiştir. Bir Cüveynî portresinin ortaya konulduğu bu bölümde ayrıca onun usûlcülüğünü, kelâmcılığını ve bu alandaki bazı görüşlerini de görmek mümkündür. İkinci bölümde İcmâ’ın tarihsel süreci ve ilk ekolleşmeler dönemindeki fikrî temellerinden bahsedildikten sonra klasik icmâ anlayışı konusunda bilgiler verilerek usûlcülerin görüşleri -Cüveynî’nin görüşleriyle karşılaştırılmak üzere- ortaya konulmuştur. Üçüncü ve son bölümde Cüveynî’nin icmâ teorisi konusundaki yaklaşımı incelenmiş, İcmâ’ın imkânı, dayanakları ve icmâyı ispat konusundayönelttiği eleştirilerin neler olduğu açıklanmış, yine onun İcmâ’ın çeşitleri, kaynak değeri ve bağlayıcılığı, İcmâ’ın varlık ve geçerlilik şartları ile bazı icmâ meseleleriyle ilgili görüşleri de detaylı olarak incelenmiştir. Çalışmamız Cüveynî’nin, özgür dü-14 | Cüveynî’de İcmâ Teorisişüncesini ortaya koyarak ve yeni açılımlar sağlayarak icmâ teorisini incelediği bu konunun sonunda genel olarak yaptığımız değerlendirmeleri içine alan bir sonuç ile tamamlanmıştır. Başarı yalnızca Allah’tandır; sadece O’na yönelir ve sadece O’ndan yardım dilerim.