Dinî hayatımız, din anlayışımızdan; din anlayışımız da sahip olduğumuz dinî bilgilerden bağımsız olmayıp bilakis birbirine bağımlı bir görünüm arz eder. Çünkü dinî hayatımız, öğrendiğimiz dinî bilgilere göre şekillenmekte; dinî bilgilerimiz ise genelde aileden ve eğitim kurumlarından edinilmektedir. Bu nedenle doğru bir din eğitimi, doğru bir dinî hayatı; doğru olmayan bir din eğitimi ise yanlış bir dinî hayatı oluşturur ve şekillendirir. Bu nedenle günümüzde dinî hayat, din anlayışlarımız ve din eğitimimizden bağımsız değildir. Hatta bunun bir devamı niteliğindedir ve aralarında sıkı bir ilişki mevcuttur. Bazı değişimler olsa da geleneksel dinî anlayışların, devam ettiği, hatta gelenekçiliğe dönüştürüldüğü ve bu hâliyle yaşanmaya devam ettiği de bilinmektedir. Buna karşılık gelenekten kopuk bir dinî hayata yönelişlerin başladığı da görülmektedir. Bu durum da dinî hayatımız için ciddî bir sorun teşkil etmektedir. Bu nedenle günümüzdeki dinî hayatı doğru anlamak ve değerlendirebilmek, daha da önemlisi dinî hayatımızın doğru olanları ile yanlış olanlarını ayırt edebilmek için öncelikle din anlayışlarımızın bilinmesi ve sorgulanmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Din, beşerî bir ideoloji değildir ama geçmişten günümüze onu bir ideoloji gibi algılama, anlama, yorumlama çabası içinde olanlar vardır. Bu da dini doğru anlamamıza engel olan ciddî bir sorundur. Nitekim farklı din anlayışları ve tanımlarına sahip kimilerinin, dini kendileri gibi anlamayanları “dindar” olarak görmemeleri veya “tekfir” etmeleri, bu sorunun ciddiyetini göstermektedir. Bundan dolayıdır ki bazı kişilerin, dini, “Kur’an’daki din”; “uydurulan din”; “uydurulmuş din”; 10 | Din Anlayışımız -Sorunlar-Düşünceler- “ısmarlanan din”; “hangi İslam” ve “gerçek İslam” şeklinde kategorize etmeleri, anlama sorunlarımızın başında yer alır. Bu nedenle “din” ile ilgili temel sorunlardan biri ve belki de en önemlisi, “anlama” ile ilgili olanıdır. Zira söylenen bir söz ya da bir metin, muhatapları tarafından farklı sebeplerle yanlış anlaşılabilmektedir. Mevlânâ, bu gerçeği, “Anlattıklarınız, karşınızdakinin anladığı kadardır.” sözüyle ifade eder. Dolayısıyla anlama, doğru olabildiği gibi yanlış da olabilmektedir. Nitekim dinin ne olduğu veya ne olmadığı konusunda bir ittifak olmadığı için dinden olmayan veya dine uygun görülmeyen birçok bilgi ve rivayetin de din gibi algılandığı; bu nedenle de dinden olan ile olmayan veya dine uygun görülmeyen bilgilerin birbirine karıştırıldığı; bunun bir sonucu olarak da Müslümanların, gelenekçilik ile geleneksizlik, entegrizm ile modernizm arasında sıkışıp kaldığı görülmektedir. Bu açmazdan -kısmen de olsa- kurtulmak için geçmişten günümüze intikal eden dinî anlayışlar ve yorumların, sorgulanarak Kur’an merkezli kriterler ve ilkelere göre değerlendirilmesi zorunludur. Zira böyle bir uygulama, hem geleneğin korunmasına zemin hazırlayacak hem de günümüzde sorun hâline gelen gelenekçilik ile geleneksizliğin etkilerini giderecek anlamalara katkıda bulunacaktır. Sonuçta, Jaroslav Pelikan'ın dediği gibi, “ölmüşlerin yaşayan ruhu demek olan gelenek, yaşayanların ölmüş ruhu olan gelenekçiliğe” mahkûm edilmemiş olacaktır. Bu nedenle böyle bir uygulamaya ilgi duyan ve duyacak insanlara yol gösterecek, fikir verecek ve çözüm önerilerinde bulunacak eserlere ihtiyaç vardır ve bu ihtiyaç, her geçen gün daha da artmaktadır. Nitekim bu amaca yönelik olarak hazırlanmış ve yayımlanmış yazıların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş olan bu kitap, daha önce Fecr Yayınları tarafın-Ön Söz | 11 dan yayımlanmış olan Kur’an ve Güncel Dinî Meselelerimizisimli kitabın da devamı niteliğindedir. Son olarak çalışmamızın basımına vesile olan değerli öğrencim Tuncer Namlı’ya ve Fecr Yayınları editörü Hüseyin Nazlıaydın’a, ayrıca yayınevinin tüm çalışanlarına en içten şükranlarımı sunuyorum.