Şîa, Hz. Peygamber’den sonra dinin ve devletin idaresinde Hz. Ali ve soyunun yetkili olduğunu, bu sorumluluğun ilahi bir görevlendirmeyle verildiğini ve bu kabulün dinin esaslarından olduğunu savunan bir topluluğun ortak adıdır. Savunduğu bu itikâdî anlayış zamanla kurumsallaşarak bir mezhep halini almıştır. İslam tarihinin bazı dönemlerinde adından oldukça bahsedilen Şîa, imamet anlayışını fıkıh sistematiğine de sindirmiş ve imama dayalı Kur’an’ı, sünneti ve icmayı benimsemiştir. Selefî dönem şeklinde nitelendirebileceğimiz bu bakış açısı doğal olarak fıkhı imamlardan temin edilen bir ilim haline gelmiştir. Ahbârîlik olarak adlandırdığımız bu dönem içerisinde akla ve kıyasa dayalı her türlü metot reddedilmiş, rasyonellik yeni bir din üretme olarak kabul edilmiştir. İmamlardan gelen rivayetler problemlerin çözümünde tek ve yetkin kaynak olarak görülmüştür. Ahbârî anlayış bir süre mezhebin problemlerine ve ihtiyaçlarına cevap vermesine rağmen gaybet halinin uzun sürmesi ve yüzyıllar boyunca imamla iletişime geçilememesi gibi birtakım nedenlerden dolayı zayıflamaya başlamıştır. Hatta bu nedenlerden dolayı mezhep ciddi oranda mensubunu kaybetmiş ve yok olmaya yüz tutmuştur. Akabinde bu durumdan kurtulabilmek adına problemlerin rasyonel zeminde çözülmesi amacıyla Şiî âlimler akla başvurmayı tercih etmişler kıyasın dinde yeri olmadığını savunmuşlardır. Bu yolu takip etmelerinde en önemli neden ise Mu’tezile’nin akla dayalı anlayışını mezhebin içerisine dâhil etmeleridir. Süreç içerisinde bu türden faaliyetler Usûlîlik adı altında kurumsallaşmıştır. Bu çalışmada ilk dönem Şiî fıkıh usulünde delillerden birisi olarak görülen aklın konumu araştırılmakla birlikte kıyasın neden din dışı bir uygulama olarak görüldüğü incelenmektedir. Öte yandan aklın ürettiği bütün çıkarımları kıyas ile elde ettiği ve kıyasın fıtratsal bir meleke olduğu çalışmada göz önünde bulundurulmuştur. Ayıca akıl ve kıyas anlayışlarından bahsedilen âlimlerin akla dair kabul ettikleri meselelerin kıyasın bir ürünü olduğu da yer yer zikredilmektedir. Tez giriş, iki bölüm ve sonuçtan meydana gelmektedir. İlk bölümde Şîa’nın teşekkülü ve bu süreçte oluşumuna dair temel iddiaların yanında akıl ve kıyas kavramları hakkında gerek genel gerek Şîa özelinde birtakım incelemeler yapılmıştır. İkinci bölümde Ahbârî-Usûlî anlayışlardan ve aklın Şîa’ya dâhil oluş süreci hakkında kısa bilgilendirmeler yapılarak ilk dönem fıkıh usulü anlayışındaki akıl ve kıyas anlayışına değinilmiştir. İlk dönem olarak sınırlandırdığımız zaman aralığı Şeyh Müfîd (ö. 413/1022) ve İbn Şehîd es-Sânî (ö. 966/1559) arası dönemi kapsamaktadır. Müelliflerimizin yöntemi gereği akıl delili kıyas deliline nazaran müstakil bir başlık altında değerlendirilmemiştir. Bu nedenle aklın özellikle kullanıldığı istıshab, emir-nehy, hüsün-kubuh, lafzın delâleti, hâs-âm gibi konular ön planda tutulmuştur. Tez, sonuç kısmında ise akıl hakkında söylenenlerin kıyastan farklı olmadığı görüşüyle neticeye ulaşmıştır. Çalışmanın her safhasında yardımlarını esirgemeyen başta danışman hocam Prof. Dr. Ahmet İnanır’a, jüri üyeleri Sümeyra Yakar’a ve Abdullah Erdem’e, bugünlere gelmemde maddi ve manevi sayısız emeği olan başta anneannem Seher Çebi, annem Neşe Çebi ve babam Yaşar Çebi’ye teşekkürü bir borç bilirim.