İnsan, toplum içinde yaşayan sosyal bir varlıktır. Toplumun bir ferdi olarak her insanın, diğer insanlarla ahlâkî, hukukî, sosyal, ekonomik, kültürel, mesleki, siyasi v.s. gibi pek çok alanda ilişkileri mevcuttur. Bu nedenle her insan,söz konusu bu ilişkilerini ya duygularının; ya da dini, kültürel ve sosyal değerlerin veya her ikisinin etkisinde kalarak yaşar. Bu farklı etkenler sebebiyledir ki, insanlar arasındakiilişkilerde, istikrarlı bir durumdan söz edilemez, duruma ve şartlara bağlı olumlu, ya da olumsuz değişimlerin yaşandığı görülür.İnsanlar, genellikle çıkarlarına dokunulmadığı sürece, ilişkilerinde bir sorunun çıkmasını istemez; çıkarına dokunulduğunda ise, tepki vermekten de geri kalmazlar. Bu da karşılıklı ilişkilerde bir sorunun başladığı anlamına gelir. Bu nedenle insanlar arası ilişkilerde her hangi bir sorunun çıkmaması için, çıkar çatışmalarının olmaması veya asgari düzeyde olması gerekir. Ancak çıkar çatışmalarının olmaması,insan fıtratına aykırı bir durumdur. Zira insanın fıtri yapısında olumlu duygular gibi olumsuz duygular da mevcuttur. İnsan, fıtratı itibariyle düalist/ikili bir yapıya sahiptir. Bir başka ifade ile insanın fıtri yasında hem sevgi, şefkat, merhamet gibi olumlu, hem de kin, nefret, haset gibi olumsuz duygular mevcuttur. Bu fıtri yapıyı Psikoloji, içgüdü, duygular, yeti ve kabiliyet gibi kavramlarla ifade etmekte; insanı motive eden ve eylemlere sevk eden etkenler olarak tanımlamaktadır. Böyle bir fıtri yapıya sahip olan insan; -olumlu ya da olumsuz duygularından hangisi daha etkin ve baskın olursa- onun etkisi altında kalmakta ve o istikamette davranışlarda bulunmaktadır. Fıtri yapısından kaynaklanan bu psikolojik etkenleri insan; şayet aklı, iradesi ve vicdanı ilekontrol etmez, ya da edemez ise, arzu edilmeyen olumsuz10 │ Kur’an ve Sosyal Hayatımızdavranışlarda bulunur. Bu nedenle trafikte kaza yapmamak için trafik kuralları nasıl gerekli ise, insanın da duygularını kontrol etmesi için, bazı kurallara ve ilkelere ihtiyacı vardır. Zira kontrolsüz duygu yıkıcı olmakta, hem bireye, hem de topluma zarar verebilmektedir. Eğitim ve öğretim bu nedenle önemli ve gereklidir.Duygularımızı, kontrol etme görevi akıl, irade ve vicdana aittir. Ne var ki akıl, bilgi olmadıkça fonksiyonel olamamakta, işlevsel olabilmesi için mutlaka bilgiye ihtiyaç duymaktadır. Ancak bu bilginin, doğru ve sağlam bilgi olması; doğru davranışlar için gerekli, hatta zorunludur. Bu nedenle insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen ve belli kurallara bağlayan ana etken ise, dini ve kültürel değerlerdir. Zira insanlar, içinde yaşadıkları toplumun kültürel ve dini değerlerinin etkisi altındadırlar. Kimi az, kimi çok, ama herkes tıpkı kışın soğuktan, yazın sıcaktan etkilendiği gibi, bu kültürel ve dini değerlerden etkilenir ve etkileniş oranlarınave yoğunluğuna göre de tutum ve davranışlarını belirler.Bu nedenledir ki, bir inanç objesi ve norm koyucu olarak Kur’an; bir bilgi objesi ve form koyucu olarak Sünnet ve toplum tarafından üretilen kültürel değerler, örf ve adetler,Müslümanların sosyal hayatlarını etkileyen faktörler arasındaen önde gelenleridir. Bu ana faktörler, Müslümanlara ailesi başta olmak üzere komşularına, iş arkadaşlarına ve ilişkide bulunduğu bütün sosyal çevresine karşı tutum ve davranışlarında uygulamaları gereken kural ve ilkeleri sunarlar ve onlardan bu kural ve ilkelere uygun davranışlarda bulunmalarını ister.Nitekim Kur’an, insanların geçici bir süre için yaşadığı bu dünya hayatının, sadece oyun ve eğlenceden ibaret olmadığını, aynı zamanda en güzel işlerin yapıldığı bir imtihan yeri; kendisinden nasip alınacak, fakat ahiret için de hazırlık yapılacak bir zaman dilimi olduğunu beyan eder. Bunu elde edebilmesi için de Müslümanlardan, hayatını sıradan, rast gele “Keyfe mâ yeşâ/dilediği gibi” yaşamamasını, önerdiği Ön Söz │ 11değer ölçütlerine, ilke ve kurallara göre, Hz. Peygamber’in hayatını örnek alarak yaşamasını ister.Böyle bir hayatın yaşanabilmesi için de Müslümanların,Kur’an’la olan ilişkisini şekil boyutundan kurtarıp, Hz. Peygamberle başlayan ve sahabe ile devam eden dönemlerde olduğu gibi, Kur’an’ı sürekli okuyarak bilgi elde etmesi ve elde ettiği bilgileri sosyal hayatına taşıması gerekir. Zira okuyarakve anlayarak kendisinden istifade edilmeyen Kur’an, içi bal dolu bir kavanozu dışından yalamaya benzer. Kavanozun kapağını açıp içindeki balı tatmadıkça, bal yenmiş olunamayacağı gibi; Kur’an da bizzat Müslüman tarafından okunupanlaşılmadıkça, onun vermek istediği mesaj da hayata yeterince yansıtılmış olmaz. Zira içselleştirilmemiş ve bilinç haline dönüştürülmemiş bilgilerin sosyal hayata yansıtılması, oran itibariyle çok düşük seviyelerde kalır. Bu nedenle Allah Teala, Hz. Peygamber’e ve dolayısıyla bütün Müslümanlara ilk mesajını “ Oku” emriyle bildirmiş ve son kitabının adınıda “Kur’an” yani “okuma” olarak isimlendirmiştir. Sözlü kültürün egemen olduğu bir topluma, yazılı kültürle ilgili öğrenme yöntemin özellikle emredilmiş olması, ayrıca üzerinde önemle durulması gereken bir husustur. Zira sözlü kültürde dinleme; yazılı kültürde ise okuma bilgi elde etmenin ana yöntemleridir.İnandığı kitabın adı “Kur’an/okuma” olsa da, Müslümanlar günümüzde onu anlamak için değil, sevap kazanmak için okuyorlar ya da okutuyorlar; bu nedenle de onun verdiği bilgi, ilke ve kuralları doğrudan Kur’an’dan alıp içselleştirmediği için de sosyal hayatlarına yeterince yansıtamıyorlar. Çok azı hariç, Müslümanların kahir ekseriyeti, ihtiyaç hissettikleri dini bilgileri ise, daha ziyade tercih ettikleri hocalardan, cami vaazlarından ya da televizyonlarda yapılandini konuşmalardan öğrenmekle yetiniyorlar. Ne var ki elde edilen bu bilgilerin, Kur’an ve Sünnet bütünlüğünü ve derinliğini yansıtıcı bir nitelik arz etmediği; daha ziyade yüzeysel,parçacı ve alansal bilgileri ihtiva ettiği görülüyor. Bu da Müs-12 │ Kur’an ve Sosyal Hayatımızlümanların, kapsayıcı kuşatıcı Kur’an ve Sünnet bilgisine sahip olamayışına veya sahip oldukları bilgilerin derinlikten ve nitelikten yoksun oluşuna sebep oluyor.Bundan dolayıdır ki Müslümanlar, dinin amaç değerlerini hedefleme ve onu elde etme çabası yerine; dinin araç değerleri üzerinden görünür olma tavrını benimsiyor ve onuöne çıkartmayı bir dindarlık göstergesi olarak görüyor. Dolayısıyla dini hayat, Kur’an ve Peygamber ahlakını temsil eden muhtevasından yoksun bir formalite haline dönüşüyor. Haliyle İslam, bir kimlik olarak sosyal hayatımızda “görünür”olsa da, muhtevasının kapsayıcılığı, kuşatıcılığı, derinliği ve kişilik yaratıcı niteliği ile bulunmuyor. Bunun içinde her Müslüman’ın, Hz. Peygamber döneminde olduğu gibiKur’an’a yolculuk, Kur’an’la hayata yolculuk yapması, onuokuyup anlayarak sosyal hayatına yansıtma çabası içindeolması gerekiyor.Sosyal hayatımızla ilgili bu sorunlara her meslektaşımgibi ben de, Kur’an’ı anlama ve anlatma yolunda ömrünü vakfetmiş bir bilim adamı olarak çözüm arama gayreti içindeoldum. Bu nedenle yazdığım birçok makale ve yaptığım dini konuşmalar oldu. Bu makalelerimde ve konuşmalarımda özellikle sosyal hayatımızla ilgili sorunları tespit etmeyeKur’an’la sosyal hayatımız arasında ilişki kurmaya ve dini sorunlarımıza Kur’an’dan ve Kur’an’ı beyan edici Sünnetten cevap aramaya çalıştım. Yazdığım bu makalelerden bir kısmınıyayımlama imkanı bulsam da, maalesef bir kısmını yayımlama imkanı bulamadım. Dolayısıyla yayımladığım ve yayımlama imkanı bulamadığım bu makalelerin, makaleler çöplüğünde kalarak yokluğa mahkum olmasını da arzu etmedim;bu nedenle söz konusu makaleleri kitap haline getirerek, “kitabın” kalıcı niteliğinden ve etkisinden yararlanmak istedim. Neticede bu kitap, böyle bir düşüncenin ve çabanın ürünü olarak ortaya çıkmış oldu.