1816-1817 arasında İngiliz şair Lord George Gordon Byron tarafından yazılan Manfred, bir dolap (closet) dramasıdır. Diğer bir deyişle, içindeki farklı karakterlerle manzum bir oyun tarzında yazılmasına rağmen sahneye konmak amacı taşımaz. Onun yerine sahnede bir kişi, ya da bir grup tarafından okunarak sunulur.
Oyunun konusu, Manfred’in, Astarte adındaki bir kadınla yaşadığı ilişki nedeniyle duyduğu suçluluk hissine dayanır. Birçok eleştirmen, üstü açık ya da kapalı biçimde, oyunda bahsi geçen Manfred ve Astarte ilişkisinin bir ensest ilişki olduğuna işaret etmiştir. Bu çıkarımın esas nedeniyse, Byron’ın kendisinin, Londra’da üvey kız kardeşi Augusta Maria Leigh ile ensest bir ilişki yaşamakla suçlanmasının ardından, bir daha dönmemek üzere Londra’yı ve İngiltere’yi terk etmek zorunda kalmasıdır. Tabii bu suçlamaların ve söylentilerin yanı sıra yüklü borçlarının ve olaylı boşanma sürecinin de bu göçte rol oynadığı sanılmaktadır. Byron’ın, Manfred’i eşinden boşandıktan hemen sonra, 1816’da sürgüne gittiği İsviçre’de, Alpler’in gizemli ve görkemli doğasından ilham alarak yazmaya başladığı biliniyor. Sürgünden hemen sonra yazılmasının da, eserin, Byron’ın özel hayatıyla ilişkilendirilmesinde payı olmuştur. Tür olarak edebiyatçıların “dolap draması”, “manzum drama”, “dramatik şiir” gibi isimlerle, Byron’ın kendisinin ise “metafizik drama” ismiyle tanımladığı Manfred, 1817’de yayımlandı. Şairin özel hayatındaki olayların şiire yansıdığını düşünenler eseri “otobiyografik” olarak değerlendirmektedir. Otobiyografik olsa da olmasa da, bu muhteşem şiirin, konusuyla ve karanlık kahramanı Manfred ile, Romantizm akımına önemli bir örnek teşkil ettiği rahatlıkla söylenebilir.
Yaygın olarak bilinen adıyla Lord Byron, hiç kuşkusuz 19. yüzyılın en önemli ve etkili İngiliz şairlerinden birisidir. Uzun anlatı şiiri Childe Harold’s Pilgrimage (1812) ile hicivli epik şiiri Don Juan (1819) en bilinen iki eseridir. Byron ayrıca, eserlerinde Romantik edebi kahraman tipi olarak kullandığı “Byronic Hero” ile de tanınır. Manfred şiirinde ana karakter olan Manfred de, Byron’ın, günah çıkarma kolaycılığını reddeden ve kendini sıradan insanlardan ve bazı metafizik varlıklardan üstün gören bir oyun kahramanı olarak “Byronic Hero”yu temsil eder. Şiir boyunca pişmanlık ve suçluluk duyan Manfred’in, kim için ve ne için bu acıyı çektiği net anlaşılmaz. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, çoğu eleştirmen suçluluğunun sevgilisi Astarte ile ilgili olduğuna inanmaktadır. Şiirin en belirgin temaları da, baştan sona kendisine musallat olan suçluluk hissi, ve—unutuşun mümkün olmadığının anlaşıldığı andan itibaren—ölümün, bu hissi alt edebilecek yegâne çözüm olmasıdır.
1817’de yayımlanmasının ardından, Robert Schuman’ın (Manfred: Dramatic Poem with Music in Three Parts, 1852) ve Pyotr Tchaikovsky’nin (Manfred Symphony, Op. 58, 1885) birer parçası da dâhil olmak üzere, birçok kez müzik eseri olarak da uyarlanan Manfred’in, Mary Shelley’nin romanı Frankenstein veya Modern Prometheus’la neredeyse birlikte yayımlanmış olması da dikkat çekicidir. İki eserin ortak özelliklerine bakılacak olursa, her ikisinin de Gotik edebiyatın ruhunu taşıdığı, her ikisinin de kasvet ve karamsarlıkla dolu olduğu, ve her ikisinin de Romantizme yeni bir soluk getirdiği görülür. İki yazarın yakın arkadaş oldukları düşünüldüğünde, benzerliklerin çok da tesadüfi olmadığı anlaşılır. Nasıl ki Frankenstein Mary Shelley’ye ün kazandırdıysa, Manfred de Byron’ın, şairliğin yanı sıra, bir oyun yazarı olarak da olağanüstü bir yeteneğe sahip olduğunu göstermiştir.
Byron’ın Manfred’i genellikle Goethe’nin Faust’u ile karşılaştırılır. Her iki manzum dramanın mistik özellikleri düşünüldüğünde, bu karşılaştırmanın boşa olmadığı anlaşılır. Bu harika iki eserin kahramanları derin felsefi sorunlarla boğuşur, varlığın en karmaşık ve temel sorularına cevap ararlar. Sadece kavramsal düzeyde değil, aynı zamanda yapısal olarak da bu iki drama birbiriyle benzeşir.
Manfred, oyun kahramanının kendi hayatını gözden geçirmesi ve hatırladıklarından pişmanlık duyduğunu söylemesiyle başlar. Pişmanlığın ve vicdan azabının nedenini bilmesek de, kahramanın yana yakıla unutuşu aradığını görürüz. Unutuşu ararken Manfred dağlarda dolaşır, ruhlardan ve diğer karanlık güçlerden yardım talep eder; ancak kimse ona gerçekten yardım edemez. Sonunda kesin çözümü dünyayı terk etmekte bulur.
Manfred’de, oyunla aynı adı taşıyan ana karakter, sıradan insanlardan üstün, sihir ve büyü özellikleri olan, ruhlarla ve gizli güçlerle iletişim kurabilen, ama düşüncelerinden dolayı acı çekmeye mahkûm olan, (Nietzsche’nin tabiriyle) bir “üst-insan”dır. Manfred ilimde o kadar ileridir ki, elementleri yönetebilen ve doğayı kendisine uydurabilen özel bir güce sahiptir. Ancak, içinde olduğu derin umutsuzluk yüzünden, bütün üstünlüğüne rağmen kendisini bulamaz, hayattaki amacını anlayamaz. Kahramanımız geçmişini silmek, unutmak ister; ama hiçbir şey ve hiç kimse ona bu unutma gücünü veremez. Sonunda, başlangıçta kendisini diğerlerinden üstün kılan bilgi, kendisine dönen bir silah hâline gelir.
Gerçek hayatta Manfred gibi üst-insanlar belki yoktur, ama maddi anlamda çok güçlü konumlara, makro veya mikro iktidarlara sahip kişilerin varlığından hepimiz haberdarız. Bu kişilerin hemen hepsinin geçmişte işledikleri hataları, suçları, kimseye söyleyemedikleri sırları vardır. Acaba bu insanlara da Manfred gibi (varsa) geçmişte işledikleri suçlar musallat olmakta mıdır? Onlar da Manfred gibi teselli aradıkları, unutmaya çalıştıkları hâlde, tövbe edip günah çıkarmak yerine, utanç ile yanıp kendi kendilerini yok etmeyi mi tercih ederler?
Hiçbirimiz gerçekte Manfred olmasak da, biliyoruz ki her birimizin içinde güçlü ya da zayıf bir “Manfred” yaşıyor; bazen şüphe ediyor, bazen hayal kırıklığına uğruyor, bazen de kendini acı çekmeye mahkûm ediyor. Umuyorum ki, bu dramatik şiiri okuyup bitirdiğinizde, siz de içinizdeki Manfred’le hesaplaşma imkânına kavuşursunuz.
Herkese keyifli okumalar dilerim.
Tamer Gülbek
İzmir, Kasım 2021.