İslam orduları Hz. Peygamber zamanında olduğu gibi, Hulefâ-i Raşidin (İlk dört halife) döneminde de fetih hareketini devam ettirmiş özellikle Hz. Ömer’in halifelik yaptığı 10 yıllık kısa sürede Filistin, Ürdün, Suriye, Irak, Mısır ve İrangibi bölgeler tamamen bu fetih hareketleri neticesinde İslam’ın hakimiyetine geçmiştir. Bu coğrafyanın İslamlaşmasından sonra Müslümanlar fetih hareketlerini sürdürmek üzere Orta Asya ve Kuzey Afrika bölgelerine yönelmiş, Emevî komutanı Ukbe b. Nâfi’nin önderliğini yaptığı İslam ordusu Kuzey Afrika’da Roma orduları ile ciddi kanlı mücadele vermiş, çatışma sonucunda Müslümanların üstünlüğü ile sonuçlanan bu mücadelede içinde Tahert şehrinin de bulunduğu bölge fethedilmiştir. Bu tarihten beri Emevîler ve Abbasîler tarafından atanan valiler bölgeyi yönetmişlerdir. Emevîler ile Abbâsîlerin hakimiyet başında olduğu dönemde Hâricîlere karşı merkezi yönetimin yürütmüş olduğu sıkı takip ve baskılar sonucunda artık Hâricîlerin benimsedikleri imamet anlayışı ve diğer ideolojilerini yaşatma konusunda daha güvenli bir yer arayışı içerisine girmelerine neden olmuştur. Bundan dolayı Haricîler çeşitli coğrafyaya yayılmışlardır. Bunlardan özellikle Afrika kıtasında yer alan Mağrib bölgesinde Hâricîliğin en ılımlı kolu olarak bilinen İbâzîlik ciddi anlamda halk tarafından benimsenmiştir. İlk ortaya çıktıkları dönemde çöl ve kabile hayatı yaşamakta olan Hâricîler, Emevîler ve Abbasîler döneminde birden çok isyan hareketine önderlik etmiştir. Genel olarak baktığımızda Hâricîler Ortadoğu, Horasan-Mâverâu’n-Nehir, İran, Arap yarımadası ve Endülüs gibi neredeyse İslam dünyasının her bölgesinde isyan hareketi başlatmışlardır. Özellikle Abbasîler döneminde gerçekleştirilen Hâricî isyan hareketlerine karşı koymada dönemin hükümdarları ciddi zorluklar yaşamıştır. Konuya Hâricîler açısından bakıldığında ise onlar, bazı kayıplar yaşasa da kendilerine olan özgüveninin daha da arttığını ifade etmek mümkündür. Ne var ki Abbâsîler, devletin doğu kısmındaki problemleri çözmek için yoğun bir çaba gösterirken, devletin batı kısmında ortaya çıkan sorunlara aynı hassasiyeti göstermekte aciz kalmıştır. Bölgede merkezi yönetimden bağımsız hanedanlıklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Mağrib’in İslamiyet’i kabul ettikten sonra Hâricîlerin organize etmesi sonucu, bölge isyanlarla çalkalanmış, bu isyanlardan ciddi anlamda başarı elde etmişlerdir. Mağrib’in, Abbâsîlerin merkezi yönetiminden uzak bir coğrafyada olmuş olması Hâricîlerin lehine olmuştur. Bu olumlu gelişmeler neticesinde Mağrib’in sicilmase bölgesinde Haricî-Sufrîlerin yönetim tarzını kabul ettikleri Midrârîler Devleti (140/785), Orta Mağrib’te yer alan Tahert bölgesinde ise Haricî-İbâzîlerin yönetim tarzını benimsedikleri Rüstemîler Devleti (160/777) kurulmuştur. Rüstemîler Devleti’nin kurulması ile dağınık halde yaşayan İbâzîler bir araya gelmiş, bölgedeki Sufrîler de İbâzî imametine biat etmişlerdir. İbâzîlerin imametle ilgili düşünceleri ve yönetim anlayışlarının pratiğe dökülmüş hali olan Rüstemîler Devleti’nde İbâzîlerin yanı sıra Hâricîlerin diğer kolu olan Sufrîler, Vâsılî ve Şia gibi çeşitli fırka mensuplarıda bulunmaktadır. Her toplumda olduğu gibi Rüstemîler Devletinde de birden çok ayaklanma ve ihtilaf söz konusudur. Bu olaylara karşı yöneticilerin tutumları farklılık arz etmektedir. Bu bağlamda bazı yöneticiler ortaya çıkan kargaşalara yönelik müzakere ve fikir alışverişi gibi yumuşak gücü kullanırken, kimi yöneticiler de direkt olarak askeri müdahale yolunu tercih etmiştir. Bu bakımdan İbâzîlerin tarih sahnesinde ilk defa deneyimledikleri devlet yönetimi, İbâzî inanç esasları, imamet anlayışları ve diğer fırkalarla ilişkileri gibi konular araştırma sorularını oluşturmaktadır. Çalışmamız iki bölüm halinde planlanmıştır. Birinci bölümde Rüstemîler Devleti’nin kuruluşundan önce bölgenin demografik yapısı, Müslümanların Kuzey Afrika’yı fetih sürecinden kısaca bahsedilmiştir. Daha sonra İbâzîliğin bölgeye girişi ve Rüstemî Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar geçen süreci ele alınmıştır. İkinci bölümünde ise Rüstemî Devleti’ndeki İtikâdî mezheplerden bahsedilmiştir. Başta devletin kurulmasında önemli bir yere sahip olan İbâzîlikle ilgili bilgi verilmiş, daha sonra İbâzîlerin Kuzey Afrika’daki durumu, onların önemli temsilcileri ve devlete etkisinden bahsedilmiştir. İbâzîlikle ilgili kısmından sonra, Sufrîlerden bahsedilmiştir. Onların genel durumu değerlendirilmiş, İbâzîlerle ilişkisine değinilmiştir. Son kısmında isebölgede varlığını sürdüren Vâsılî ve diğer mezheplerle ilgili bilgiler verilmiş, onların İbâzîlerle ilişkisi ve önemli temsilcileri konu edinmiştir. Son olarak gerek konunun seçilmesinde gerekse yaptığımız görüşmelerde engin bilgilerini, birikimlerini ve tecrübelerini benimle paylaşan tez danışmanım Prof. Dr. Rifat Türkel Hocam’a, çalışmayı okuyarak gerekli düzeltmeleri yapan saygıdeğer meslektaşım Ömer Erko hocama ve değerli arkadaşım Memet Tohti Atawullah’a minnet borçluyum. Ayrıca çalışma esnasında maddi ve manevi destekleriyle beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan Abulkasim ağabeyime, tezi okuyarak çalışmanın dil probleminin çözümü, zaman ve tahammül noktasında desteğini hissettiğim ve dualarıyla daima benimle olan sevgili eşim Sümeyye ALİM’e; eğitimime katkıda bulunan ve burada isimlerini zikredemediğim tüm hocalarıma teşekkürü bir borç bilirim. Zikrullah ALİM Şubat 2024/Çatalca-İstanbul .