Eski Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı Al Gore
“Sessiz Bahar” hakkında yazmak seçimle gelen bir devlet görevlisi için eziklik yaratan bir deneyimdir, çünkü bir nirengi noktası oluşturan Rachel Carson’ın bu kitabı düşüncelerin gücünün politikacıların gücünden çok daha büyük olduğunu yadsınamaz biçimde kanıtlamaktadır. Sessiz Bahar’ın yayınlandığı 1962 yılında “çevre” kamu politikasının sözlüğüne bile girmemişti. Özellikle Los Angeles olmak üzere, birkaç kentte smog1 her ne kadar halk sağlığı tehlikesinden çok görünümü yönünden olsa da endişe yaratmaya başlamıştı. Çevreciliğin öncüsü olan çevre koruma, Demokrat ve Cumhuriyetçilerin kongrelerinde dile getirilmemiş olduğu için hemen bütünüyle doğal park ve doğal kaynaklar çerçevesinde kalmıştır. Çoğuna ulaşılamayan bilimsel dergilerdeki birkaç dağınık değinmen dışında DDT ile diğer pestisit2 ve kimyasalların giderek büyüyen sinsi tehlikesi konusunda kamuoyuyla konuşulmamıştır. Bu kitap olmasaydı, çevre hareketi çok uzun süre gecikecek ya da asla gelişmeyecekti. “Sessiz Bahar” sahrada çığlık gibi geldi; tarihin gidişini değiştiren, yürekten hissedilmiş, bütünüyle araştırılmış ve parlak biçimde kaleme alınmış bir tartışmadır. Beklendiği üzere gerek kitap ve gerekse bir zamanlar Balıkçılık ve Yabanıl yaşam Kuruluşunda biyolog olarak çalışan yazarı, kirlilikten kazanç sağlayanların çok büyük direnci ile karşılaştı. Büyük kimyasal madde şirketleri Sessiz Bahar’ı baskılamaya çalıştılar ve The New Yorker Dergisinde bölümleri yayınlanmaya başladığında, hemen koro halinde Carson’u isterik ve aşırı uçta olmakla suçlayan sesler yükselmeye başladı–bugün de ekonomik refahları çevresel statükonun sürdürülmesine bağlı olanlar sorgulanacak olsalar aynı sesler duyulur. (1992 kampanyasında “Ozon Adam” yaftası yapıştırılmıştı, bu isim büyük bir olasılıkla bir iltifat olarak kullanılmamıştı ancak ben bunu bir onur nişanı olarak taşıdım, bu konuların tartışmaya açmanın değişmez biçimde öfkeli– kimi zaman aptalca– tepkilere yol açtığının farkındayım.) Bu kitabın hızla yayıldığı dönemde yazarına karşı harekete geçen güçler korkunçtu. Rachel Carson’a yöneltilen saldırılar “Türlerin Kökeni”ni yayınlandığında Charels Darwin’e yöneltilen acımasız saldırılara eşdeğerdi. Daha da ötesi, Carson’ın kadın olması nedeniyle eleştirilerin büyük bir çoğunluğu “onun cinsine özgü saplantıları oynadığına” yönelikti. Ona “isterik” demek tabloyu tamamlıyordu. Time Dergisi buna “onun duygusal boşalım ifadeleri” kullandığını ekledi. Başkaları tarafından doğanın tapınak başrahibesi olarak tanımlandı. Bilimsel yeterliliğine de saldırıldı: çalışmalarını çürütebileceği varsayılan kampanyaların oluşturulabilmesi için karşıtları parasal olarak desteklendi. Bütün bu yoğun, yüksek parasal desteğe sahip kampanya bir politik adaya karşı değil bir kitap ve yazarına karşı açılmıştı. Carson bu savaşa sonuç alıcı iki büyük güçle girdi: gerçeğe duyduğu vicdani saygı ve yüksek derecedeki kişisel cesaret. Sessiz Bahar’ın her paragrafını tekrar, tekrar gözden geçirdi ve aradan geçen yıllar, onun uyarılarının doğruluğunu gösterdi. Vizyonu ile uyumlu cesareti onun kolay değişmeyen ve bol kazandıran bir endüstriyi rahatsız etme isteğinin çok ötesine gitmesini sağladı. Sessiz Bahar kitabını yazarken radikal mastektomi3 ameliyatı oldu arkasından da radyasyon tedavisi aldı. Kitabının yayınlanmasından iki sene sonra meme kanserinden öldü. İşe bakın ki daha sonra yapılan yeni çalışmalar meme kanseri ile zehirli kimyasal maddelerle etkilenim arasında bağlantı olduğunu ortaya koydu. Bir anlamda bilmeden Carson kendi yaşamı için de yazıyordu. O aynı zamanda kökleri bilimsel devrimin ilk günlerine kadar uzanan tutucu yaklaşımın tohumlarına da karşı çıkıyordu: İnsanoğlu (Doğal olarak bu sözcük türümüzün “erkeği” anlamındadır.) her şeyin merkezi ve efendisidir, bilim tarihi de başlıca onun baskınlığının öyküsüdür– sonunda umulan mutlak hakimiyettir. Bir kadın bu tutucu yaklaşıma meydan okumaya cesaret ettiğinde, bu görüşün en etkin savunucularından, Robert White şimdilerde sadece küstahça görünmekle kalmayıp ayrıca dünyanın tepsi gibi düz olduğunun savunulması kadar da garip bir ifadeyle karşı çıktı: “Tartışmanın düğümlendiği, başladığı ve geliştiği temel dayanak noktası modern kimyager, modern biyolog ve bilim insanlarının ademoğlunun doğayı sürekli kontrol ettiğine inanmalarına karşın, Bayan Carson’ın insanın varlığını sürdürmesindeki temel gücün doğanın dengesi olduğunu ileri sürmesidir.” Günümüz bakış açısından bu dünya görüşünün saçmalığı Rachel Carson’ın ne kadar devrimci olduğunu göstermektedir. Şirket ortaklarından suçlamalar beklenmekteydi fakat Amerikan Tıp Derneği bile ağırlığını kimyasal şirketlerin tarafına koydu. DDT’nin sadece böcek öldürücü etkilerini bulan kişi Nobel Ödülü ile ödüllendirildi. Ancak Sessiz Bahar boğulamadı. Kitabın gündeme getirdiği sorunlar hemen çözülebilir değildi ancak kitap büyük ilgi görüp, beğeni kazanarak halkın desteğini aldı. Bu kadar ikna edici bir vakayı sunmasının yanı sıra, daha önceden yayınladığı çok satan iki kitabı, “Etrafımızdaki Deniz”4 ve “Denizin Kenarı”5 ile hem ekonomik bağımsızlığını hem de toplum nazarında itibar kazanmıştı. Sessiz Bahar aynı zamanda sessizlik dışında her şey olan bir on yılın başlangıç yıllarında yayınlanmıştı; belki de Amerikalıların kitabın mesajlarını işitmeye ve önemsemeye en hazır oldukları bir on yıldı. Bir anlamda kadın ve güç bir araya gelmişti. Giderek hem hükümet hem de toplum– sadece kitabı okuyanlar değil, haberleri okuyanlar ve televizyon izleyenler de – işe katıldılar. Sessiz Bahar’ın satışı yarım milyonu geçtiğinde, “CBS Haber” kitap hakkında bir saatlik bir program yaptı, önceden destekleyen iki firmanın desteğini çekmesine rağmen ağ radyo yayınlarıyla genişledi. Başkan Kennedy bir basın toplantısında kitabı tartıştı ve bunun sonuçlarını değerlendirmek üzere bir komisyon atadı. Kurulun yayınladığı rapor şirketlerin ve bürokrasinin duyarsızlığını suçlayan bir iddianame şeklinde idi ve Carson’ın canlıkıranların yaratabileceği tehlikelerle ilgili uyarılarını doğruluyordu. Bunun üzerine Amerikan Kongresi konuyu izlemeyi sürdürürken çevre örgütlerinin ilk filizleri yeşermeye başladı. “Sessiz Bahar” tüm zamanların popüler, en popüler gücü halini alacak olan yeni bir eylemciliğin tohumlarını attı. Rachel Carson 1965 İlkbaharında öldüğünde onun sesinin artık asla kısılamayacağı çok açıktı. O sadece bizim ülkemizi değil tüm dünyayı uyandırdı. Sessiz Bahar’ın yayınlanması açıkça görülebileceği üzere modern çevre hareketinin başlangıcıdır. Bende Sessiz Bahar’ın çok derin etkileri olmuştur. Bu kitap annemin ısrarı üzerine evde okuduğumuz ve yemek masasında tartıştığımız kitaplardan biriydi. Kız kardeşim ve ben yemek masasında okunan her kitabı sevmemişizdir ancak Sessiz Bahar’la ilgili tartışmalar en mutlu ve canlı anılarımdan biridir. Gerçekten de çevre konusundaki duyarlılığımın ve çevre konularına girmemin en önemli nedenlerinden biri Rachel Carson’dır. Carson örneği beni “Yerkürenin Dengesi” 6 kitabımı yazmaya itmiş ve bu kitap, rastgele bir yayınevi tarafından değil, bütün karşı çıkmalara rağmen Carson’u desteklemiş bir yayınevi olan ve dünyamızın karşılaştığı çevresel tehlikelerle ilgili birçok güzel kitabı yayınlama onurunu taşıyan Houghton Mifflin Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Onun resmi, büromda diğer politik liderler, başkanlar ve başbakanların arasında asılıdır. O resim yıllardır orada durur ve oraya aittir. Carson’ın bendeki etkisi duvarda resimleri olanların her birinden belki de hepsinin etkisinden daha fazladır. Hem bir bilim insanı hem de idealist olan Carson yalnız, ancak birçok güçlü mevkide olanlarının başaramadığı şekilde sözü dinlenen bir kişidir. “Sessiz Bahar”, Massachusetts’in Duxbury kentinde yaşayan Olga Owens Huckins adlı kadından aldığı ve DDT’nin kuşları öldürdüğünü anlatan bir mektup üzerine biçimlenmeye başladı. Bugün Carson’ın çalışması DDT’nin yasaklanmasını sağladığı içindir ki onun özel ilgi gösterdiği bazı türler sözgelimi kartallar ve alaca doğanlar artık yok olma tehlikesiyle karşı karşıya değillerdir. Bu nedenle insan türü de ya da en azından sayısız insan yaşamı onun yazdıkları sayesinde kurtulmuştur. Sessiz Bahar’ın etkisinin Tom Amca’nın Kulübesi’ninkine denk olduğu kuşku götürmez. Her ikisi de toplumumuzu değiştirmiş nadir kitaplar arasındadır. Ancak önemli farklılıklar da vardır. Harriet Beecher Stowe7 herkesin zihnini meşgul eden ve toplumsal tartışmaların merkezinde olan bir konuyu dramatik bir biçimde ortaya koydu, ağırlıklı bir toplumsal ilgi konusunun insani yüzünü gösterdi. Çizdiği kölelik tablosu toplumsal ilgiyi harekete geçirdi. İç Savaş’ın en kızgın döneminde Abraham Lincoln’ün onunla karşılaştığında söylediği gibi “Siz bütün bunları başlatan küçük hanımsınız!” Rachel Carson ise bunun aksine, herhangi birinin kolayca göremeyeceği bir tehlike konusunda uyarmıştır, ulusal gündemde olan bir konuyu göstermeye çalışmıyor, ulusal gündeme bir konu eklemeye çalışıyordu. Bu açıdan ele alındığında, onun başarılarının kazanılması daha zordur. 1963 Kongresi’nde tanıklığına başvurulduğunda, Senatör Abraham Ribicoff ona hoş geldin derken ironik bir biçimde tam yüzyıl önce Lincoln’ün söylediklerini tekrarlayarak: “Bayan Carson” demişti; “Siz bütün bunları başlatan küçük hanımsınız!” İki kitap arasındaki bir diğer önemli fark Sessiz Bahar’ın hala geçerliliğini sürdürmesidir. Kölelik birkaç yıl içerisinde sonlanabilecek durumda idi ve birkaç yıl içerisinde sonlanmıştır, buna karşın onun söz ettiği konu ve kötü etkileri daha bir yüzyıl belki de daha uzun sürecektir. Çünkü kölelik bir kalem darbesi ile ortadan kaldırılabilirken, kimyasal kirlilik kaldırılamaz. Carson’ın dayanaklarının gücüne rağmen, Amerika Birleşik Devletleri’nde DDT’nin yasaklanması gibi eylemlere rağmen; çevresel kriz iyileşmekten çok daha kötüleşmektedir. Muhtemelen felaketin yükseliş hızı azaldı, ancak halen zihinleri taciz etmektedir. Sessiz Bahar’ın yayınlanmasından beri, tarlalarda canlıkıran kullanımı iki katına çıkarak 1,1 milyar tona ulaştı ve bu tehlikeli kimyasalların üretimi %400 arttı. Biz ülkemizde bazı canlıkıranları yasakladık ancak hala üretimlerini sürdürerek başka ülkelere satıyoruz. Bu durum sadece kendimiz için kabul etmediğimiz bir tehlikeyi kazanç için başkalarına satmaya hazır olduğumuzu göstermekle kalmaz, bilim yasalarının politik sınırları tanımadığını kavramadaki temel yetersizliğimizi de gösterir. Herhangi bir yerde besin zincirinin zehirlenmesi, besin zincirinin her yerde zehirlenmesi anlamına gelir. Carson sınırlı sayıdaki konferanslarından birinde, Amerika Bahçe Kulübünde8 verdiği sonuncusunda, işlerin iyileşmeden önce kötüleşebileceğini belirterek anlayışla karşılamıştı: “Bunlar büyük sorunlardır ve kolay bir çözüm yoktur.” Aynı zamanda ne kadar gecikirsek karşılaşabileceğimiz risklerin de o kadar artacağı konusunda uyarmıştır: “Biz bütün toplumları hayvan deneylerinde ileri derecede zehirli olduğu kanıtlanmış ve birçok durumda birikimsel etkilere sahip kimyasalların etkisi altında bırakıyoruz. Bu etkiler doğumda ya da doğumdan önce başlamaktadır –ve yöntemlerimizi değiştirmedikçe– halen hayatta olanların tüm yaşamları boyunca sürecektir. Daha önceden bizi yönlendirecek bir deneyimimiz olmadığından sonuçların ne olacağını kimse bilemez.” O bunlara dikkatimizi çektiğinden beri, ne yazık ki canlıkıran kullanımının artışına bağlı olabilecek kanser ve diğer hastalık hızlarında artış gibi çok sayıda deneyim sahibi olduk. Güçlük hiçbir şey yapmamış olmamız da değildir. Bazı önemli şeyler yapmış olmamıza rağmen yeterince yapamamış durumda olmamızdadır. Büyük oranda Rachel Carson’ın yarattığı ilgi ve bilinçlenme sayesinde 1970 yılında Çevre Koruma Kurumu9 kuruldu. Canlıkıran Kontrolü ve Gıda Güvenliği Denetim örgütü, ekinlerde kimyasalların kullanılmasının tehlikesinden çok yararlarına ağırlık verme eğiliminde olan Tarım Bakanlığından ayrılarak bu yeni kuruluşa bağlandı. 1962’den beri Kongre’lere sadece bir kez değil, defalarca canlıkıranlarla ilgili değerlendirme, ruhsatlandırma ve bilgilendirme standartlarının hazırlanması çağrıları yapıldı. Fakat bu standartların çoğu ihmal edildi, ertelendi ve sulandırıldı. Sözgelimi Clinton– Gore yönetimi göreve başladığında, EPA10 1970’lerin başından beri “üzerinde çalıştığı” halde çiftçilerin canlıkıranlardan korunmasına yönelik standartlar uygulamaya sokulmamıştı. DDT gibi geniş etkili canlıkıranlar, yeterince test edilmemiş ve hemen hemen ona eşit hatta daha büyük tehlike yaratan, daha fazla zehirleyici etkiye sahip dar etkili canlıkıranlarla değiştirilmişti. Canlıkıran endüstrisindeki dişli odaklar Sessiz Bahar’da vurgulanan koruyucu önlemlerin uygulamaya sokulmasını geciktirmeyi çoğu kez başardılar. Bu endüstrinin yıllar yılı Kongre içinden şımartıldığını görmek çok şaşırtıcıdır. Canlıkıran, mantarkıran ve kemiricikıranları düzenleyen yasalar gıda ve ilaçlarınkini düzenleyenlerden çok daha gevşek kurallara sahipti ve Amerikan kongresi maksatlı olarak bunları uygulanması daha güç hale getiriyordu. Canlıkıranların güvenli seviyelerinin belirlenmesinde, hükümet sadece bunların zehirli etkilerini değil uygulanmasının sağlayacağı ekonomik yararları da göz önüne alıyordu. Bu ikircikli mevzuat tuzakları kanser ve sinirsel hastalıkların artması bahasına tarımsal üretimde artış (muhtemelen başka yollarla sağlanabilecek olan) sağladı. Daha da ötesi tehlikeli bir canlıkıranın pazardan çekilmesini sağlayacak süreç beş– on yıl sürüyordu. Yeni canlıkıranlar, var olan herhangi bir canlıkırandan çok sınırlı derecede daha iyi olsalar bile, çok zehirli olmalarına rağmen ruhsat alabiliyordu. Bana göre “o kadar uzun süredir öylesine kötü durumdayım ki, her şey bana iyiymiş gibi görünüyor” yaklaşımının mevzuat eşdeğerinden başka bir şey değil. Halen var olan sistem Faust’un şeytanla pazarlığına benzemektedir uzun vadeli trajedi pahasına kısa süreli kazanç. Bu kısa sürenin gerçekte çok, çok kısa olabileceğine inanmamız için neden vardır. Birçok canlıkıran toplam haşerelerin sayısının azalmasına neden olmamaktadır, başlangıçtaki etkileri böyle olabilir, ancak böcekler mutasyonla kısa sürede uyum sağlamakta ve kimyasallar yararsız hale gelmektedir. Daha da ötesi, bunların çoğundan zarar görebilecek çocuklar üzerindeki canlıkıran etkilerine değil, yetişkinler üzerindeki etkilerini araştırmaya odaklanmış bulunuyoruz. Her bir canlıkıranı tek, tek inceledik fakat bilim insanları genellikle, tarlalarımız, meralarımız ve akarsularımızın karşılaştığı en korkulu gerçek olan birlikteki etkilerini henüz araştırmamıştır. Sonuçta bize miras kalan yasalar ve açıkları, yürürlüğe giriş tarihleri ve ertelemeler, politikanın toptan iflasını açıkça gizleyen, görünüşü kurtarma çabalarıdır. Rachel Carson aşırı canlıkıran kullanımının temel değerlerle bağdaşmadığını gösterdi, kötümser açıdan O’nun “ölüm nehirleri” adını verdiklerini yaratırken, en iyimser açıdan ise görece çok küçük uzun vadeli kazançlar için hafif zararlara yol açıyorlardı. Yine de dürüst sonuç, Sessiz Bahar’ın yayınlanmasından bu yana geçen yirmi iki yılda yasal, düzenleyici ve politik sistemin gerektiği gibi yanıt vermediğidir. Carson sadece çevreyi değil, politikanın çok farklı dünyasını da anladığından, başarısızlığın nedenlerinden birini kestirebilmişti. Daha kimsenin tartışmadığı dönemde, Bahçe Kulübü konuşmasında para ve nüfuzun özel ortaklığının yarattığı ikiz kirliliklerden söz etmiştir: “düzeltici yasal düzenlemeleri engellemeye çalışanlara…. kolaylık sağlanmıştır.” Günümüzdeki politik reform tartışmalarına çok önceden değinerek, bu yönetimin iptal ettiği lobi harcamalarının vergiden düşülmesi şeklindeki uygulamayı lanetlemiş ve bu indirimin “eğer, özgül bir örnek vermek istersek, kimya endüstrisi şimdi gelecekteki yasal çabalara karşı çıkılmasını sağlamak üzere rüşvet rayici üzerinde çalışmaya başlayabilir…. Herhangi bir yasal engelleme olmaksızın yolunda devam etmek isteyen endüstrinin çabalarında artık açıkça parasal olarak desteklendiği anlamına gelmektedir…” demiştir. Kısacası, onun çok zekice tanısını koyduğu canlıkıran sorunu; gizemli bir biçimde tahmin ettiği gibi politik sorunlar nedeniyle sürekli hale gelmektedir. Kirliliğinin temizlenmesi için politikanın temizlenmesi şarttır. Bir çabanın başarısızlığı diğerinin yıllarca süren başarısızlığını açıklamaktadır. Sonuçlar kabul edilemez oldukları oranda inkâr edilemezdir. Bu ülkede 1992 yılında 1,1 milyar kilogram yani her erkek, kadın ve çocuk başına dört kilogram canlıkıran kullanılmıştır. Kullanılan canlıkıranların çoğunun belirgin kanser yapıcı etkisi olduğu bilinmektedir; diğerleri böceklerin ve belki de insanların sinir ve bağışıklık sistemlerini etkilemektedir. Carson’ın tanımladığı bir ev ürününün etkisi konusunda herhangi bir kuşkumuz olmamasına rağmen – “döşemelerimizi üzerinde yürüyen herhangi bir böceğin ölmesini garanti eden balmumu ile cilalayabiliriz!” – günümüzde canlıkıranlar 900 000 çiftlik ve altmış dokuz milyon evde kullanılmaktadır. EPA 1988 yılında otuz iki eyaletteki yeraltı sularının, insanlarda kanser yapma potansiyeli olan grupta yer alan Atrazin isimli otkıran dahil olmak üzere yetmiş dört farklı canlıkıranla kirlenmiş durumda olduğunu bildirmiştir. Mississippi havzasındaki mısır tarlalarında yetmiş milyon ton kullanılmakta ve şimdi yirmi milyon insanın içme suyuna akıntılarla 750 000 kg ulaşmaktadır. Atrazin kentsel su arıtımıyla uzaklaştırılmamakta, ilkbaharda su içerisindeki Atrazin, Güvenli İçme Suyu Yasası’nın belirlediği standartları aşmaktadır. Bu durum,1993 yılında Mississippi Havzasındaki bütün yüzeysel suların %25’i için geçerlidir. DDT ve PCB aslında Amerika Birleşik Devletleri’nde diğer nedenlerle yasaklanmıştır, fakat bunların yakın kimyasal kuzenleri durumundaki dişilik hormonu olan östrojen benzeri canlıkıranlar, çok bol miktarda bulunmaktadır ve yoğun bir şekilde yeni kaygıların doğmasına yol açmıştır. İskoçya, Michigan, Almanya ve diğer yerlerde yapılan araştırmalar bunların doğurganlığın azalmasına, erbezi ve meme kanserlerine, üreme organlarında gelişme bozukluklarına yol açtığını göstermektedir. Tek başına Amerika Bileşik Devletleri’nde, geçen yirmi yılda östrojen türevi canlıkıran kullanım dalgasının doruğunda, erbezi kanserlerinin görülme sıklığı aşağı yukarı %50 oranında artmıştır. Bulgular, henüz açıklanamayan nedenlerle tüm dünyada sperm sayısının %50 oranında azaldığını göstermektedir. Bu kimyasalların yabanıl yaşamın üreme kapasitesini azaltacağı kesin kanıtlarla ortaya konmuştur. “Journal of the Institute of Environmental Health Services” dergisine bir makale hazırlamak amacıyla sonuçları değerlendiren üç araştırmacının vardığı sonuca göre “günümüzde birçok yabanıl yaşam topluluğu risk altındadır.” Bu sorunların çoğu hayvan ve insanların üreme sistemlerinde çok sayıda beklenilmeyen değişikliklerin habercisi olabilir, fakat canlıkıranların potansiyel zararlı etkileri halen yasal risk değerlendirmelerinde göz önüne alınmamaktadır. Yönetimin yeni bir taslağı bu değerlendirmelere dikkat çekmektedir. Bu kimyasalları savunanlar kuşkusuz geleneksel yanıtlarını vereceklerdir: insan deneklerinde yapılan çalışmalar kimyasalla hastalık arasında doğrudan bağlantıyı göstermez; bazı rastlantısal bağlantılar gerçek nedensellik olduğunu göstermez (Her ne kadar bazı birlikte oluşlar pervasız kararlar yerine geleceği düşünen kararlar alınması gerektiğini gösterse de!) ve eskiden beri temel dayanakları olan, hayvanlar üzerindeki test sonuçları insan türleri için aynen geçerli olmaz yaklaşımı. Bu yanıtların hepsi Rachel Carson’ın çalışmasının üniversite bilim insanları ve kimya sanayinde uyandırdığı otomatik tepkileri çağrıştırmaktadır. O bu tepkileri tahmin ederek, Sessiz Bahar’da şunları yazmıştı: “Kamuoyu yarı doğrulardan oluşan sakinleştirici haplarla uyutulmaktadır. Biz acilen bu avutucu yalanlara, tatsız gerçeklerin şekerle kaplanarak sunulmasına son vermeliyiz.” 1980’li yıllarda, özellikle James Watt İçişleri Bakanlığında ve Ann Gorsuch EPA’da iken, çevresel bilgi körlüğü etkilerinin doruğuna ulaştı. Çevreyi zehirleme hemen hemen çıkarcı ekonomik pragmatizmin bir belirtisi olarak görüldü. Gorsuch’un EPA’sında kimyasal canlıkıranlara karşı bir seçenek oluşturan olan “entegre böcek yönetimi (IPM)” yaklaşımı, resmen aforoz edildi. EPA bu konudaki yayınları yasakladı ve Entegre Böcek Yönetim yöntemlerinin ruhsatlandırılması yasadışı hale getirildi. Clinton– Gore yönetimi farklı bir bakış açısıyla ve canlıkıran kirliliği dalgasını tersine çevirmek için kesin kararlılıkla işe başladı. Bizim politikamız üç zorunluluğu ortaya koymuştur: daha sert standartlar, kullanımın azaltılması ve alternatif biyolojik etkenlerin daha yaygın kullanımı. Açıkçası canlıkıran kullanımına duyarlı bir yaklaşım tehlike ve yararları dengelemeli ve ekonomik etmenleri hesaba katmalıdır. Fakat tartıyı bozan ve dengeyi şaşırtan özel ilgilere bağlı ağırlığı da ortadan kaldırmalıyız. Standartlar açık ve yaptırımcı olmalı, testler tam ve dürüst yapılmalıdır. Çok uzun süre çocuklar için kaldırabilecekleri canlıkıran düzeylerini olması gerekenden yüzlerce kat daha yüksek düzeylerde tuttuk. Hangi ekonomik yarar hesabı bunu haklı kılabilir? Biz bu kimyasalların etkisini sadece yetişkinlerde değil, çocuklarda da test etmeliyiz; değişik bir arada kullanımları da test etmeliyiz. Testlerimizi korkuyu sınırlamak için değil, korkmamız gerekeni sınırlamak için yapmalıyız. Eğer belirli bir durum için bir canlıkıran gerekli değil ya da etkisizse, varılacak sonuç onun kullanılması yönünde değil kullanılmaması yönünde olmalıdır. Canlıkıranın yararı; olası, geçici ya da spekülatif değil, gerçek olmalıdır. Yukarıdakilerin ötesinde, endüstri ve politik destekçilerinin yoğun bir şekilde husumet besledikleri biyolojik etkenler üzerinde odaklan malıyız. Carson, Sessiz Bahar’da “böceklerin kimyasal kontrolüne karşı gerçekte çok sayıda seçenek vardır” diye yazmıştır. Üreticilerin direncine ve çok sayıda kurum görevlisinin ilgisizliğine rağmen bu seçenekler günümüzde daha da çoktur. Bu zehirsiz maddelerin kullanımı için neden çok daha fazla çaba harcamayalım? Sonuç olarak, canlıkıran üretimi ve tarımla uğraşan toplum kesimleri ile halk sağlığı ile uğraşan toplum kesimleri arasındaki kültürel uçurumlar arasında bir köprü kurmaya başlamamız şarttır. Her iki topluluktaki kişiler farklı zeminlerden gelmekte, farklı okullarda okumakta ve farklı bakış açılarına sahip bulunmaktadır. Birbirlerine kuşku ve düşmanlık uçurumunun iki tarafından baktıklarından, üretim ve kazancın kirlilikle bağlantılı olduğu sistemi değiştirmekte güçlük çekmekteyiz. Bizim bu sisteme son vermemizin ve kültürel uçurumu azaltmamızın bir yolu, kimyasal çözüm seçeneklerini geliştiren “Tarımsal Büyüme Hizmetlerine” sahip olmaktan geçer. Bir diğer yolu da besinlerimizi üretenlerle sağlığımızı koruyanlar arasında sürekli bir resmi diyalogun başlatılmasıdır. Clinton– Gore yönetiminin canlıkıranlarla ilgili yeni politikasının çok sayıda mimarı vardır. Belki de bunlardan en önemlisi son resmi devlet görevi 1952’de başlamış olan, ancak orta düzeydeki kamu görevinden istifa ettiğinde tam zamanlı olarak, sadece hafta sonları değil geceleri de yazabilecek hale gelen bir kadındı. Bu yönetimin tüm çevre toplantılarına Rachel Carson manevi olarak katılmaktadır. Onun istediği her şeyi bir anda yapamamış olabiliriz ancak onun gösterdiği doğrultuda ilerlemekteyiz. Seçkin Amerikalılardan oluşan bir grup 1992 yılında Sessiz Bahar’ı son elli yılın en etkili kitabı seçti. Bu kitap, geçen yılar boyunca ve bütün politik tartışmalardan geçerek, gidişimizden memnun halimize ara vermemize yol açan bir çığlık olmayı sürdürdü. Çevre konularına sadece endüstri ve hükümetin dikkatini çekmekle kalmayıp, kamuoyuna da taşıdı, demokrasimizi Dünyamızı kurtaranların tarafına yerleştirdi. Hükümet yapmadığı zaman bile canlıkıran kirliliğini önlemek için giderek artan sayıda tüketici çalışacaktır. Besinlerdeki canlıkıranların azaltılması giderek ahlaki bir zorunluluk olduğu kadar önemli bir pazarlama aracı haline de gelmektedir. Hükümet eyleme geçmelidir, ancak toplum bireyleri de karar verebilir – ve ben toplum bireylerinin hükümetin bir şey yapmamasına ya da yanlış şeyler yapmasına artık izin vermeyeceğinden eminim. Rachel Carson’ın etkisi Sessiz Bahar’ın özel ilgi sınırlarının ötesine taştı. O bizim; modern uygarlığın şaşırtıcı derecede yitirdiği temel fikre yeniden dönmemizi sağladı: insanoğlu ile doğal çevre arasındaki karşılıklı ilişki. Bu kitap tartışılmaz biçimde çağımızın en önemli konusunu aydınlatan bir ışık huzmesidir. Sessiz Bahar’ın son sayfalarında, Carson önümüzdeki tek seçeneği Robert Frost’un yolla ilgili meşhur “az gidilen” şiirindeki ifade ile tanımladı. Başkaları bu yola koyulmuş olabilir; çok azı Carson’ın yaptığı gibi bu yola kendisiyle birlikte dünyayı da sürüklemiştir. Onun yaptıkları, onun aydınlattığı gerçek, onun özümsettiği bilim ve araştırma, canlıkıranların kullanılmasının sınırlandırılması için güçlü dayanaklar sağlamakla kalmadı aynı zamanda bir kişinin nasıl bir fark yaratabileceğini ortaya koyan güçlü bir kanıtını da oluşturdu.