Bu kitabı yazarken, zihnimde daha önce birbirinden bağımsız olarak var olan üç ayrı niyeti ve çabayı birleştirmeyi hedefledim. Amsterdam Vrije Universiteit'ten mezun olduktan sonra doktora yapmaya karar verdim ve ilk ziyaret ettiğim akademisyenlerden biri Amsterdam Üniversitesi’nde görev yapan Hans Vermeulen oldu. Genç akademisyenlik yıllarımda onun “Etnik Gruplar ve Sınırlar” adlı kitabını okumuş ve bu kitap büyük bir etki bırakmıştı. Vermeulen, bu kitabında Utrecht şehrinde farklı etnik grupların kimliklerini nasıl tanımladıklarına dair bir çalışma yapmıştı. Bu çalışmadan ilham alarak, Rotterdam'da yaşayan Türklerin üç kuşak boyunca değişen sosyo-kültürel kimliklerini incelemek istiyordum. Ne yapmak istediğimi anlatan kısa bir metin hazırlayarak hocayı ziyaret ettim ve doktora yapmak istediğimi belirttim.
Ancak, Vermeulen taslak metnimi hafife aldı ve bana iyi bir öneriyle geri dönmemi tavsiye etti. Giderken bana yazılmış iyi bir doktora tezi önerisi sundu. Hans Vermeulen yanında doktora yapma fırsatım olmadı, fakat yıllar sonra bir göçmen olarak bu konuyu yazmak nasip oldu.
Amacım, aile ve dost meclislerinde aldığım telkinlerle, kendi Avrupa göçmenlik hikâyemi yazma çabalarımı birleştirmekti. Ayrıca, göçmenlik deneyimimin bir parçası olan eğitim ve akademik süreçte yaptığım bilimsel çalışmaları da anlatma fırsatını buldum. Kişisel hikâyem ile Avrupalı Türklerin göçmenlik hikâyesini birleştirerek tek bir anlatı oluşturdum. Bu kitap, birinci kuşağın temsilcisi olan babamın, ikinci kuşağın temsilcisi olarak kendimin ve Avrupa’da yaşayan üç kuşağın hikâyelerini bir arada sunduğum post-modern bir anlatıdır. Post-modern anlatıların özelliği, küçük hikâyelerin bir bütün oluşturma gayesi taşımadan yan yana getirilmesi ve dünyanın farklı renklerinin sunulmasıdır. Ben de bu yöntemi uyguladım.
Bu kitabı okuyan herkes, kendisi için bir şeyler bulacaktır. Kendi hikâyemi merak edenler, bu kitapta daha önce anlatmadığım pek çok detayı bulacaklar. Fabrikada bir işçi olarak başladığım hayatımın nasıl eğitim ve üniversite hayatına dönüştüğünü ve bu süreçte yaşadıklarımı öğrenecekler. Ayrıca, bir akademisyen olarak doktora sürecine nasıl girdiğimi ve sonrasında neler yaptığımı görecekler. Avrupa’da göçmen kökenli bir akademisyen olmanın ve yaşamanın nasıl bir şey olduğunu açık ve samimi bir şekilde anlatmaya çalıştım.
Bu kitapta savunduğum temel tez şudur: Göçmen olarak topluma ne kadar uyum sağlarsanız sağlayın, her zaman "uyumsuz" biri olarak görülürsünüz. Yerleşik toplumun sizinle ilgili beklentileri sürekli artar ve bu beklentilerin altında kalma riski her zaman vardır. Bu süreç göçmenler için travmatik olabilir. Birinci kuşağın hikayeleri genellikle anlatılmıştır; Türk sosyal bilimciler bu hikâyeleri anlatma çabasında olmuşlardır. Ancak Avrupa’da geçirdikleri yaşam süreçleri genellikle göz ardı edilmiştir. Bu kitabım, bu eksikliği gidermeyi ve bu süreci bir Türk akademisyenin perspektifinden anlatmayı amaçlamaktadır. Birinci kuşak hikayeleri genellikle anlatılmamış, çünkü birçok kişi yaşadıklarını paylaşmaktan çekinmiştir. İkinci kuşak, aile birleşiminden sonra ortaya çıkmış, ama kimlik ikilemleri yaşamıştır. Üçüncü kuşak ise Avrupa’da doğmuş, ancak kimlik sorunları yaşamaya devam eden bir kuşaktır.
Avrupalı Türklerin hikâyesi tamamlanmamış bir hikâye olarak kalmaktadır. 30 yıl boyunca Avrupa’da yaşamış bir Türk akademisyen olarak bu hikâyeyi bir nebze olsun anlatmaya çalıştım. Hikâye, tamamen benim ya da tamamen onların hikâyesi değildir; "biz" olarak yaşadığımız ve yaşadığımız bir süreçtir.