Allah’a, şanına ve otoritesinin büyüklüğüne yaraşır şekilde hamdolsun. Salât ve selâm, Rasûllerin efendisi, peygamberlerin hatemi üzerine, Muhammedü’l-Emin’e (s.a.s.), onun sâdık ashabına ve kıyamet gününe kadar hayır yolunda olanlara olsun. İslam’ın temel prensiplerinden ve mükelleften istenen ödevlerden bir tanesi de zekâttır. Zekât, mâli bir ibadet olmakla birlikte toplumsal huzur ve güven ortamına hizmet etmesi bakımından ender bir ibâdettir. Bu yükümlülüğün ana çerçevesi ictihada bırakılmamış bilakis ayet ve hadislerle belirlenerek kanunlaştırılmıştır. Zekât hükümlerini diğerlerinden ayıran şey, malından istediğine dilediği gibi dağıtma işini zenginlere bırakmaması, aksine zekâttan hedeflenen amaca uygun olarak Müslümanların karşılıklı dayanışma ve merhamet içinde yer alacağı, fakirlerin ve muhtaçların ihtiyaçlarının karşılanacağı özel şartlar belirlemiş olmasıdır. Bu sistem, İslam düşmanlarının da tasdik ettiği gibi insanlığın bildiği en iyi sosyal dayanışma sistemidir. İslam hukukçuları İslam’ın tesis ettiği bu hükümler üzerinde ileri derecede ihtimam göstermişlerdir. Bu yüzden ilgili meseleleri inceleyip hükümlerini en iyi şekilde açıklayarak yazıya geçirmişlerdir. İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350) şöyle demiştir: “Örfte meydana gelen değişiklikleri dikkate alın, ortadan kalkan örfü ise artık dikkate almayınız. Hayatınız boyunca kitaplardaki menkûl şeylere takılı kalmayın. Bize aktarılmış olan malumatlara yapışmak, dinde yanılgıya düşmektir. Geçmiş âlimlerin ve seleflerinin gerçek niyetlerini anlamamaktır. İnsanlara, adetleri, zamanı, yeri, şartları ve durumu ne olursa olsun, sadece kitaplarda anlatılanlarla fetva veren kişi hem sapmış hem de saptırmış olur. Ve bu kimsenin dine karşı işlediği suç, tüm insanları; ülkelerine, âdetlerine, zamanlarına ve tabiatlarına göre ayırmadan tıp kitaplarından herhangi birinde yazılanlarla tedavi etmek suçundan daha büyüktür. Bu bağlamda, bu cahil hekim ve bu cahil müftü insanların bedenlerine ve dinlerine zarar vermiştir.” Bundan hareketle, bu konuyu ve konuyla ilgili meseleleri açıklamak için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışarak bu şerefli ilmin hizmetine katkıda bulunmak istedik. Bununla beraber konuyla ilgili tüm ayrıntılara vâkıf olduğumuzu –bilhassa zor meselelerde– kesin bir sonuca vardığımızı iddia edemeyiz. Nitekim İmam Gazzâlî (ö. 505/1111) şöyle demiştir: “…Ancak zenginliğin sınırını belirlemek ve ölçmek zordur. Bu miktarları belirlemek bize düşmez. Tahmini takdir mümkün olmamakla beraber, bu örf, zaman vb. şeyler dikkate alınarak düzenlenebilir. Ancak yaklaşık olarak tahmin etmek de mümkün olabilir.” Biz de İmam’ın işaret ettiği gibi, yaklaşık olarak ulaşılabilecek bir sonuca ulaşmış olmak ve konuyla alakalı bir teşvik meydana getirmiş olmakla kendimizi bahtiyar sayıyoruz. Diğer yandan bu insan ürünü bir çabadır, bu yüzden onda doğru olan her şey Allah’tandır, cömertliği, büyük lütfu ve yüceliği için O’na hamd olsun. İçinde ortaya çıkacak her hata da kusurlu ve Rabbinin merhametine muhtaç olan bu kula aittir. Allah’a, sağlam bir kalple gelenlerden başka ne paranın ne de çocukların fayda sağlayamayacağı bir günde bu çalışmayı, emeği geçen, yardım eden herkes için bir ahiret azığı olmasını niyaz ederim. O halde dünya ve ahirette hamd Allah’a mahsustur, çünkü O’nun lütfuyla salih ameller tamamlanır, kul O’nun fethi ile meyvelerini toplar ve O'nun sayesinde dereceleri yükselir. Hamdin tamamı O'na mahsustur. O’nun kendisini övdüğü gibi kendisini takdir edemeyiz. Salât ve selâm, Peygamberimiz Muhammed’e (s.a.s.), tüm âline ve ashabına olsun.