‘Öyle veya böyle istisnasız her yerde ve her zaman evrensel olarak devlet aklına göre yönetim var olmuştur. Çünkü devlet aklı yönetmenin/iktidarın/egemenliğin/devletin kanında/doğasında vardır’. Devlet aklı kendi mutlak yaşam hakkını hayatın diğer tüm kuvvetlerine karşı kabul ettirecek güce ulaştığında hiçbir sınır ve engel tanımadan kendini tarihsel ve evrensel alanda gerçekleştirmiştir. Evrensel tarih tüm kültürleri kuşatmış bir devlet aklının antik evreden itibaren var olduğunu ispatlamıştır. Çünkü antik çağın hem şehir devletleri hem de monarşileri, devlet aklı meseleleriyle ve onu bir terkibe/alaşıma/özdeşliğe sokma denemeleriyle dolup taşmıştır. Çünkü bu tarihsel birikim yani öz, ruh, anlam, içerik ve konu olarak Eski Yunan’a kadar geriye giden bir mana evrenine sahip olan ‘devlet aklı’ algısı Eski Yunan sitelerinde ‘devletin yüksek/âli menfaatleri’ tanımlamasıyla sık sık kullanılmıştır. Kuramsal/doktrin bağlamında ilkkez Thukydides’in (M.Ö 472-400) ‘hükümranlık uğruna haksızlık etmek şartsa bu güzel bir şeydir; aksi takdirde ahlaklı davranmak gerekir’ ve ‘hak kuvvetlinindir’ anlayışları ile iktidar (kuvvetli) ile meşruiyet (hak) alaşımını dile getirmesi devlet aklı kuramının asli kaynağı olarak evrensel ve tarihsel bir gerçeklik olarak ilan edilmiştir. Bu ilan ile birlikte devlet aklı kuramı, Eski Yunan site devletleri için bizzat ‘devlet için yaşamaya değer yasalar ve eylemler müktesebatı’ olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden başta Atina olmak üzere Eski Yunan siteleri devletlerinin diğer milletlere yaptığı emperyal egemenlik, sömürü ve zulümleri ‘takdir-i ilahi’ olarak adlandırarak bu pragmata mesellerini ‘Tanrıların işleri’ olarak telakki edip devletlerinin yaptığı her türlü zulmü meşrulaştırmışlardır. Onlar için ‘Tanrıların iradesi/ aklı’ ile ‘devletlerinin iradesi/aklı’ bir ve aynı şey idi: Teo-politik olarak. ‘Tanrıların iradesi/aklı’ ile ‘devletlerinin iradesi/aklı’ bir ve aynı şey olduğuna dair bu inanç Thukydides kaynaklı olarak evrensel bir kurama dönüşerek günümüze kadar gelmiştir. Devlet aklı doktrininin en kadim meşruiyet kaynaklarından birisi olan T hukydides için bu kuramın evrensel gerçekliğinin en büyük ispatı bizzat tarihin kendisidir: ‘Sadece savaştan ibaret olan’ tarihin. ‘Savaş ile barış insan yaşamının bütününü kapsar’ diyen T hukydides’e göre ‘kaos, güçsüzlük, yoksulluk, barbarlık, gürültü, karışıklık ve korku’ yerine ‘barış, düzen, zenginlik, güç, medenilik, nezaket, sanat ve bilim’leri yaratan ‘devlete bu nimetlerin sürekliliğini garanti etmesi için insanların tam adanışı, kendini kurban etme istekliliği, devlet adına özel her şeyi unutması asli bir zorunluluktur. Çünkü bu nimetler karşılığında devlet halkından sadece kendi ruhunun kurtuluşundan ziyade kendi sitesinin büyüklüğüyle ilgilenmesini talep eder. Bu talep politik yaşamı kontrol etmesi gereken en yüksek politik amaçtır. Bu amaç devlete içkin olan ve devletin kendi menfaatleri için yapması gereken şeyleri ona öğreten gerçek bilgeliktir’. Devlet aklı kuramı uyarınca insani ve ahlaki en iyi/adil ile politik olarak en iyi/adil arasında bir zıtlık hatta savaş olduğuna inanan Thukydides’e göre ‘siyasal olayları ve toplum-devlet ilişkilerini yöneten hüküm/yasa, adalet değil zorunluluktur’: Tarihin ve siyasetin gerçekliği adalet/hukuk/ yasa/ahlak değil zorunluluktur. ‘Zorunluluk yasasının devletlerin adil biçimde eylemde/pragma bulunmasına asla izin vermeyeceğini’ savunan Thukydides’e göre devlet aklını temsil eden bilge devlet adamı için bütün mesele devletin bekası ve âli menfaatleri için ne tür eylemler/pragmata içinde ve ne tür şartlarda politik yaşamı koruyup kollayacağıdır. Thukydides için politik yaşamın amaçlarının ne olduğu sorunu veya en iyi rejim sorunu temel sorun değildir ya da aslında hiç de sorun değildir. Temel sorun, devletin bekası ve âli menfaatleri için yapılan ‘zorunlu’ politik eylemlerdir veya her bir tekil durumda bu amaçların fiili duruma geçebilmesi için ne tür pragmatik eylemlerin gerekli/zorunlu olduğuna karar vermektir. “Bizler tanrıların isteklerine karşı gelecek bir davranış içinde değiliz. Tanrılar da insanlar gibi üstün olanın egemenlik kurması gerektiği görüşündedirler. Yasayı koyan da uygulayan da biz değiliz. Bizden evvel de durum böyleydi. Bizim yerimizde siz olsaydınız aynı şekilde davranacaktınız. Bu nedenle haksız bir şey yapmıyoruz” diyen Thukydides’in devletin bekası için devlet aklının ve devlet adamının yaptığı ‘zorunlu’ politik eylemlere ve her bir tekil durumda bu amaçların fiili duruma geçebilmesi için ne tür pragmatik eylemlere gerekli/zorunlu olarak ihtiyaç duyacağını detaylıca açıklamıştır. İlkkez devlet, devlet aklı, devlet adamı ve devlet ahlakı yasalarını ‘belirli koşullara ve bu koşullarda gerçekleştirilmesi zorunlu olan eylem biçimi olarak’ tanımladığı ‘pragma’ kavramı ile alaşımlayan Thukydides, gaddarca ve zalimce ama ‘zorunlu olarak’ yapılan siyasal uygulamaları/pragmaları, devletin ve devlet-adamın siyasal eylemlerine içkin ve uyulması zorunlu evrensel/tarihsel/emperyal bir yasa/doktrin/kuram olarak görmüştür. ‘Devlet Aklı’ kuramı. T hukydides’in açtığı bu yoldan giden Thrasymakhos’un “adalet her zaman ve her yerde güçlünün işine gelendir” şeklinde söylediği ‘devlet aklı’ (raison d’etat) formülü çok daha büyük bir yaygınlık içinde evrensel bir kurama dönüşmüştür. Thrasymakhos’un “adalet her zaman ve her yerde güçlünün işine gelendir” sözü ile güç/iktidar ve meşruiyet arasındaki ilişkiyi tamamen ‘güç’/iktidar kaynaklı olarak açıklaması ve gücü de yönetici egemen devlet-adamı ile özdeşleştirerek “bir yönetici yönetici olduğu sürece yanılmazdır ve yanılmaz bir şekilde kendisi için en iyi olanı buyurur ve tebaası da buna uymak zorundadır” demesi devlet, devlet aklı, devlet adamı ve devlet ahlakı özdeşliği doktrinin de ilk kuramsal işaretlerinden kabul edilmiştir. Thrasymakhos’a göre devleti yönetme sanatı, devlet adamının kendi istencini devlet için ve devlet ahlakı yasaları içinde dayatma yeteneğidir. Onun için önemli olan tek şey devlet adamının her şart ve halükarda yönetilenlerden üstün olmasıdır. Bu yüzden devletin olduğu yerde güç vardır ve gücün olduğu yerde de adaletten, hakikatten ve ahlaktan yani meşruiyetten bahsetmek anlamsızdır: Güç/iktidar kendi meşruiyeti ile doğar ve yaşar. Devlet yönetiminin tamamen güç ilişkilerine dayandığını savunan Thrasymakhos’a göre güç de ahlak, hakikat ve adalet ile tamamen karşıt bir konumdadır. Aynı eserde Platon’un da kabul ettiği gibi bir güç kaynağı olarak devletin ve devlet adamının devletin çıkarı ve bekası gibi devlet ahlakı yasaları/amaçları için gerektiğinde zulüm işlemesi için de bilgiye ihtiyacı vardır: Devlet, devlet aklı ve devlet adamını özdeşleştiren şey de bu bilgidir. Bu yüce/soylu amaçlar için “devlet adamı yurttaşlarını aldatabilir, soylu yalanlar söyleyebilir, inançlarını aşağılayabilir”. Çünkü devletin çıkarı ve bekası için ‘gerekli’, ‘zorunlu’ ve ‘yararlı’ yalanlar da vardır: Amacın soyluluğu araçları/ yalanları da soylu yapar. Platon daha sonra ‘ideoloji’, ‘mitos’, ‘siyasi formül’ gibi isimler alacak olan soylu yalanlara ek olarak organizmacı devlet kuramını da ‘devlet aklı’ doktrininin geleneğine eklemiştir. Ona göre devletin gücü onu oluşturan parçaların gücünün basit bir toplamı değildir; parçaların toplamından bağımsız yeni ve devasa bir güçtür. Organizmanın tam gücüne ulaşması da ancak parçalar arasındaki uyumlu işbirliğinin sürekliliği ile mümkündür. Bu kuram ile ‘devleti kişiselleştiren’ Platon, devleti onu oluşturan parçaların/araçların da salt amacı olduğunu söyleyerek devlet aklı kuramının özünü ilan etmiştir: Bütün parçalar devlete aittir ve gerçek varlık, var oluş, yaşam ve anlamlarını ona borçludurlar. T hukydides’in ‘hükümranlık uğruna haksızlık etmek şartsa bu güzel bir şeydir’; ‘hak kuvvetlinindir’ ve Thrasymakhos’un “adalet her zaman ve her yerde güçlünün işine gelendir” şeklinde söylediği ‘devlet aklı’ (raison d’etat) formülleri daha sonra kökleri erken modern dönemle başlayan devletin beden üzerinden tahayyülü aşamasına, XV. yüzyılla birlikte devletin akıl üzerinden tahayyül edilmesi evresine ulaşmış ve XVIII. yüzyılla birlikte doruk noktasına çıkarak ‘adalet/doğruluk/ahlak/çıkar/iyilik her zaman ve her yerde güçlünün yani en güçlü olan devletin işine gelendir’ anlayışına ulaşarak devletin bizzat kendisinin ‘Akıl’ olduğu anlayışına gelinmiştir: ‘Devlet Aklı’ndan ‘Akıl Devleti’ne. Bu süreç zarfında devlet ‘toplumsal içgüdülerin yansıması’, ‘kolektif akıl’, ‘ortak yaşam bilinci’, ‘genel iradenin organik akıl bütünlüğü’, ‘ortak psişik yaşam’, ‘soyut zihin türü’, ‘zihnin özelliklerini yansıtan bir beden’, ‘nesneleşmiş/cisimleşmiş akıl’, ‘ortak aklın tezahürü’, ‘kendine has çıkarları uğruna yaşayan organik akıl’, ‘politik teknolojinin bilimsel aklı’, ‘bilgi ve aklın alaşımını temsil eden siyasi beden’, ‘her şeyi bilen bilgelik aklı/özne’ şeklinde tanımlanmıştır. XVI. yüzyıldan itibaren bir siyasal doktrin olarak ortaya çıkan ve ‘devlet adamının devletin esenliği ve gücünü korumak için ne yapması gerektiğini söyleyen akıl’ olarak tanımlanan ‘raison d’etat’, her bir devlet için her türlü özel konjonktürde/bağlamda/momentte ideal/ uygun/gerekli bir eylem hattının olduğunu savunmuştur. Devlet adamının rolü ise bu hattı sezmektir ki bu anlamda ‘raison d’etat’ (hikmet-i hükümet, devlet aklı) devletin/iktidarın temel ilkesi ve ilk hareket yasası/meşruiyeti olarak kabul edilmiştir: İktidar ile meşruiyeti alaşımlamak için. Antik çağda Thukydides’in ‘hükümranlık uğruna haksızlık etmek şartsa bu güzel bir şeydir’; ‘hak kuvvetlinindir’ sözleri; T hrasymakhos’un “adalet her zaman ve her yerde güçlünün işine gelendir” yasası; Aristo’nun ‘akli hükümranlık savunusu’; Cicero’nun devlet aklına özdeş olarak ‘ratio republicae’ kavramını üreterek yaptığı ‘yararlılık görüntüsü altında devlette çok sık günah işlenir’ tespiti; Tacitus’un ‘devletin her girişiminin fertlere karşı zararlı yanları vardır; kamu yararı yasası sayesinde bu zararlar telafi/meşru kılınır’ anlayışı devlet aklının devletin doğasında/ kanında olduğunun kadim ispatları olmuştur. Bu kadim ve antik devlet aklı doğası devlet adamı bilincine ulaştığında şahsi olanda kalmış, devlet adamlarının iktidar durumlarının dayattığı davranış tarzlarını meşru kılmış fakat müstakil yani fertler-üstü bir devlet kişiliği fikrine henüz yükselmemiştir. Hıristiyanlığın devleti dine araç kılmasıyla siyaset ve devlet aklı ortaçağda fazla kabul görmemiştir. Fakat kilisenin/papalığın dünyevi ve siyasi çıkarlara nüfuzunun artması, faydacı dini ve siyasi düşüncenin inkişafı, kilise/papalık mali ve bürokratik sisteminin tüm dünyada akli yapılanmaya gitmesi gibi dönüşümler devlet idaresinin ruhunu ve devlet aklının varlığını hazırlayan etmenler olmuştur. Özellikle modern ulus-devletlerin kuruluşu ile evrensel iddialar yerine milli çıkarı ve ulus devlet idaresini önceleyen monarşiler devlet aklının icaplarına yönelmişlerdir. Böylece egemenlik/hakimiyet ve onu kullanan devlet aklı pozitif hukukun ve dini ahlak iddialarının üstünde bir konuma yükselmiştir. Artık hiçbir önemi kalmayan ferdi ve dini hukukun yerini devlet aklının devlet ahlakı yasalarının hukuku almaya başlamıştır. Bu nedenle modern tanımından itibaren devlet aklı ile ‘devleti yönetme bilgisi’ eş anlamda kullanılmış ve ‘bilgi’ neredeyse devlet aklı ile özdeş hale getirilen bir devlet ahlakı/hukuku düzenleme aracına ve ‘mutlak hakikati bilme ve kutsal misyonu gerçekleştirme iradesine’ dönüştürülmüştür: İktidar ve meşruiyet alaşımı üzerine kurulu egemenlik teorileri üzerinden.