irminci yüzyıl insanlık tarihi açısından hayli önemli tarihsel ve geleneksel kırılmaları temsil eder. Merkezi planlamaya dayalı ekonomilerin, faşizmin ve refah devletinin geçen yüzyıldaki yükselişi toplumsal hayata ve devlet yönetimine bakışın dramatik bir şekilde nasıl değiştiğinin en açık ispatlarıdır. 20. yüzyıldan önce devletlerin, toplumlarının sağlıklarını, eğitimlerini, yeteneklerini, kişiliklerini, ahlâklarını, aile hayatlarını iyileştirmek gibi büyük hedefleri yoktu. Geleneksel olarak devletin amacı toplumun genel düzeni, egemenin zenginliği ve iktidarı ile ilgiliydi.1 Çok değil iki yüzyıl önce, kimse Rusya’daki gibi tüm tarımsal sistemin siyasal bir ideolojinin buyrukları doğrultusunda aniden kolektifleştirilmesinin talep edilmesini ya da gelişmiş refah devletlerinin hırslı sosyal eşitlik savunularını beklemezdi. Şüphesiz verilen bu örnekler büyük toplumsal olaylara işaret eder. Ama James C. Scott’un bizlere hatırlattığı gibi, 20. yüzyılda toplumu ve insanların yaşayış tarzlarını radikal bir şekilde dönüştürme çabalarının sayısız örnekleri vardır. Şehirleri sıfırdan yeniden kurmak, ormanları belirli bir amaca göre yeniden tasarlamak, uzun dönemli kalkınma planları yapmak Scott’un işaret ettiği örneklerden sadece birkaçıdır.2 Yönetim anlayışındaki bu kırılmanın, basitçe, teknolojik ve bilimsel bilgimizdeki artışın doğal bir sonucu olarak yorumlayacak olanlar vardır. Ancak bu değişimin nedenlerinin daha derinlerde olduğuna inanmak için güçlü sebepler de mevcuttur:3 “Bu değişimin önemli bir koşulu toplumu devletten ayrı bilimsel olarak tanımlanabilen ve somutlaştırılarak basitleştirilebilen bir nesne olarak görmektir. Toplum geleneklerin ve tarihin bir kazası olarak değil ama bilinçli bir şekilde rasyonel olarak yeniden üretilebilen yapay bir nesne olarak kavranmaktadır.” Yukarıda belirtilen türde bir algının ortaya çıkış serüvenini layıkıyla açıklamak için bilimsel devrimlerden teknolojik gelişmeye, modern siyasal ideolojilerden merkezi devletin ve milliyetçiliğin yükselişine kadar uzun bir tarihsel ve düşünsel geçmişi ayrıntıları ile ele almak gerekmektedir. Bu bakış açısı genel anlamda pozitivist dünya görüşünün toplumsal ve siyasal alana hakim oluşu olarak yorumlamak mümkündür. Ama bu kitapta kullanılan kavramsal set gereğince Friedrich von Hayek’in kurucu rasyonalizm (constructivist rationalism) terimi, yukarıda açıklanan modernist4 bakış açısını tanımlamak için kullanılacaktır