Pakistan; Hindistan’da yaşayan Müslümanların, bağımsızlık ütopyaları doğrultusunda etnik özelliklerini bir kenara bırakarak, dinî üst kimlik temelinde uluslaşmaları neticesinde 1947 yılında kurulmuş genç bir devlet olarak tanımlanabilir. Ancak bu kısa dönemi kapsayan tanım yapılırken, ülkenin üzerinde yükseldiği toprakların ve bu ülkeyi kuran Pakistanlıların İndus medeniyetinin ve Hindistan’ın binlerce yıllık kültürel, dinî ve politik birikiminin mirasçıları olduğu göz ardı edilmemelidir. Zira Pakistan’ı kuran insanlar, genetik olarak, bölgede hüküm sürmüş olan Türk, Arap, İngiliz, Moğol, Afgan ve Hint medeniyetlerinde yaşamış ve insanlık tarihini felsefi, dinî, politik, askerî ve kültürel anlamda derinden etkilemiş tebaanın ardıllarıdır ve bu durum, kavram olarak Pakistan’ı değilse de Pakistanlıları kadim zamanlardan günümüze kadar süregelen büyüleyici Hint alt kıtası medeniyetinin modern parçaları hâline getirir. Pakistan, Hindistanlı Müslümanların, kendilerini dinî ve kültürel anlamda Hindistan’ın diğer yerel halklarından ayrı görmesi ve dinî-gündelik yaşam pratiklerini özgür ve müreffeh bir şekilde, bağımsız bir devlet çatısı altında deneyimlemeleri idealine dayanan, dinin alt ve üst yapısını oluşturduğu bütünleştirici hükümler ile seküler demokratik unsurların kurucu ilkelerinin bir birleşimi olarak modelleşmiş nevi şahsına münhasır (sui generis) İslam devleti olarak nitelenebilir. İslam’ın, Pakistan’ı kuracak in sanları etnik ayrım gözetmeksizin bir araya getiren ana belirleyici unsur olduğu bu ideolojik yönelim, Hindistan’da azınlık olarak yaşam süren Müslümanları kısa sürede bir Bir İslam devleti kurma hedefine adapte etmiş; İngilizlerin, İkinci Dünya Savaşı ertesinde kısırlaşan ve çıkmaza sürüklenen dış politikalarının etkisiyle Hindistan’dan çekilme ve bu ülkeyi iki ayrı devlete bölme kararlarıyla birlikte, Pakistan, din temelli bir ulus devlet modeliyle haritada yerini almıştır. Pakistan, İngilizlerin bilerek ya da bilmeyerek uygulamaya koyduğu sorunlu-aceleci bölünme planı sebebiyle, sancılı ve prematüre doğmuştur. Ülkenin kuruluşunda en önemli itici kuvvet olan dinin üst kimlik olduğu hetorojen demografik yapının, zamanla dilsel, etnik ya da mezhepsel hassasiyetler ve taleplerin artmasıyla ülkenin merkezîleşmesine ve ortak hedef ve idealler ekseninde gelişmesine engel olan bir negatif kuvvete dönüşmesi; politik stabilitesizlik, demokrasiye vurulan askerî darbeler, faili meçhul politik suikastler, sınır komşularıyla yaşanan tehlikeli-devamlı çatışmalar, ülkenin gerçekleriyle uyumsuz yamalı yönetim sistemi, ülkenin prematüre doğmasının ürettiği sorunlara yenilerinin -belki de daha büyüklerinin- eklenmesine sebebiyet vermiştir. Dolayısıyla, ülkenin günümüzde yaşadığı demokratik, toplumsal, politik ve ekonomik sancıların kaynağı, kuruluşunda ülkeye kurulan siyasi tuzaklar ve ülkenin kalkınma dönemlerinde yüzleştiği politik talihsizliklerde saklıdır. Pakistan’ın kronik hastalıkları şimdide değil, geçmişte aranmalıdır ve Pakistan halkını oluşturan tüm bireyler güncel mezhepsel, etnik, siyasal ya da dilsel polemiklerden arınarak, yeniden İslam’ın üst kimlik olarak benimsendiği toplumsal ahenge kavuşmalı, genlerinde var olan demokratik yaşama-yasama pratiklerine dönüş yapmalıdır. Pakistan Devleti ve Pakistan halkı ancak bu şekilde ülkenin siyasal istikrarını zedeleyen lokal hesaplaşmalardan korunabilecek ve daima müreffeh bir şekilde var olacaktır. Pakistan, geçirmiş olduğu tüm sıkıntılı evrelere rağmen Güney Asya’nın en önemli askerî, politik ve ekonomik güçlerinden biridir ve özellikle Türkiye için yeri doldurulamaz bir dost, kardeş müttefiktir. Uluslararası medyanın üzerine giydirdiği negatif imaj gömleğinin aksine, edebî, tasavvufi, dilsel ve kültürel anlamda, içinde Hint alt kıtasının insanlığın hizmetine sunduğu tüm medeni birikimi barındıran henüz tüm yönleriyle keşfedilmemiş bir incidir. Pakistan tarihini güncel ve geçmiş yönleriyle anlayabilmek için Pakistanlıları anlamak ve onların neden Pakistan’a ihtiyaç duyduklarını ayrıntılarıyla idrak etmek zaruridir. Dolayısıyla kitabın ilk bölümünü Pakistan ideolojisinin ve bu ideolojik altyapı üzerine kurgulanan Müslümanların ve Hinduların iki ayrı ulus oldukları hipotezini ortaya koyan iki ulus teorisinin gelişimine ve bu kavramların temel ilkelerini şekillendiren figürlere değindik. İkinci bölümde, Pakistan’ın kuruluşu öncesi Hindistan’da yaşanan politik gelişmelere yer vermeye çalıştık ve ülkenin kuruluş ilkelerinin ve özelliklerinin şekillenmeye başladığı tarihlerdeki politik gelişmeleri, Hindistanlı Müslümanların yeniden devletleşme serüvenlerini de içine alacak bir perspektifte çözümlemeye gayret ettik. Pakistan’ın günümüzde yaşadığı temel sorunların, kuruluşunun ilk yıllarında geçirdiği siyasal travmalarda saklı olduğu varsayımımızdan yola çıkarak, üçüncü bölümde Pakistan’ın karşılaştığı ilk politik, ekonomik, askerî ve sosyolojik zorlukları aktardık. Dördüncü bölümde ise bireysel mülahazalara yer vermeden, emperyalist devletlerin ülke içinde ve sınırında uygulamaya koyduğu ve maalesef işleyen siyasi oyunların ürettiği negatif durumlar ve kavramları hesaba katmadan, ülkenin demografik özelliklerinden doğan politik hassa siyetinin iç görüsüyle, Pakistan’ın İslam Cumhuriyeti’ne dönüşme sürecine ve günümüze kadar geçirdiği siyasi dönemlerin temel özelliklerine yer vermeye çalıştık. Pakistan’ın-Pakistanlıların ideolojik ve siyasal tarihini tek bir kitaba indirgemek ve ülkenin kuruluş öncesi, kuruluş ve kuruluş ertesi dönemlerinde geçirmiş olduğu merhaleleri eksiksiz aktarmak olanaksız olduğundan, kitabımızın kısa dünya tarihleri serisinin bir parçası olduğu gerçeğiyle, Pakistan’ın kuruluşuna temel oluşturan ideolojik birikimi ve ülkenin politik yolculuğunu, postmodern tarih anlayışı çerçevesinde, kronolojik olarak, araştırmacıların ve genel okuyucuların faydalanabileceği ölçüde işlemeye özen gösterdik. Kitabımızın, sahaya ilgi duyan okuyuculara faydalı olmasını dilerim.