Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Benliğin, “Ben”in tanınması ancak, beşer durumunun aşılmasıyla, akıldan çok daha yüksek bir bilinçle mümkündür. İnsanlık tarihi boyunca insanın yeryüzüne bedenlendiği andan itibaren kendini bulma-bilme ve tanıma çabası ve yolculuğu her devrin bitmek tükenmek bilmeyen esrarengiz serüveni olmuştur. Yüksek benliğe ulaşmanın yolu bilincin çok daha geniş bir perspektifine ulaşmak, günlük rasyonel zihnin de içinde olduğu farklı bilinç tabakalarını keşfetmekle mümkündür. Bunun için insanlığın ortak bilinçdışı anahtardır; mitler bu noktada bilinmeyene ışık tutar, çünkü ortak bilinçdışının dışa vurumudurlar. İnsanlık tarihi kadar eski mitolojinin insanın kişisel ve toplumsal gelişiminde, psikolojik yapının sağlıklı değerlendirilmesinde, ruhun tekâmülünde ve insan ilişkilerinin anlaşılması ve geliştirilmesinde büyük katkısı vardır. Çünkü mitoloji farklı okunan psikolojidir. Bilinçdışına, bilinç üstüne, bilinçaltına ulaşmada köprüdür. Çağdaş psikologlar onu doğru okuyarak insan karakterinin derinliklerine ulaşabilir. Bu yönüyle mitler psikanaliz ile sıkı sıkıya ilişkilidir. Bu noktadan hareketle Jung kollektif bilinçdışı fikrini ortaya atarken öznel dünyanın tekilliğini bir insanlık nesnelliğine bağlama arayışında mutlaklıkta buluşmanın bir ve aynı olmakla gerçekleşeceğini, bunun içinse ara aşamanın kollektif bilinçdışı olduğu fikrini ortaya atmıştır. Bu bağlamda cennetten kovulma-düşüş; süper bilinçliliğin bilinçdışına geçişinin simgesel anlatımıdır. Dünya’nın yaratılmasıyla sıkışan bilinç, süper bilinçliliği bilinçdışına çevirir. Aynı şekilde bireyin doğumu-yaşamı-ölümü; bilinçdışına düşüş-bilinç-geri dönüş şeklinde özetlenebilir. Yaradan’ın ve yaratımın birbirinden ayrı olmadığı, yaratım zincirinin maddesel varlığa doğuş formunun olmadığı âleme ölüş şeklinde ruhtan maddeye-maddeden ruha süregiden varoluş çarkı; enerji ve bilinçle gerçekleşir. Her şey yaşam ağında birbirine bağlıdır. Mitolojik bir arketip olan kahraman figürü egosunu aşıp özüne ulaşma çabasında olan herkesin ortak simgesidir; onun yürüdüğü yol tüm tekâmül okullarının ortak yoludur. Kahraman hepimizin içinde saklı duran, bilinmeyi ve yaşama katılmayı bekleyen tanrısal yaratıcı ve kurtarıcı imgenin simgesidir. Kahraman yaşarken süper bilince ulaşan, onu bilen ve temsil eden kişidir. Kahramanın yolculuğu en eski ‘kendini bilme’ yollarından Şamanizm’den başlayarak Tasavvuftaki Seyr-i Sülûk’a kadar “Ben”in kendinden kendine gerçekleştirdiği bir seyr-ü seferdir. O, bilinci ve varlığı genişledikçe yerel, kişisel, tarihsel sınırlamaları aşar. Yolculuğun aşamaları çağrı ve benliğin uyanmasıyla başlar, hazır olduğu anda rehber gelir, kahraman adayı öncelikle egosundan sıyrılır, benliğini arındırır ve sınavını başarıyla vererek dünyaya dönüşmüş olarak geri döner. Bilinçli zihin aşıldığında içimizdeki kahramanla karşılaşırız, onun macerası bir yönüyle mistik özellikler gösterirken, diğer yönüyle psikolojiktir. Mit’in sınırı Yaradan’da erime noktasında biter. İnsan mikrokozmos olarak kozmik tezahürün bütününden ayrılmaz. Sırlarını çözebilirse evrensel sırlara da ulaşabilir, çünkü evrende işleyen yasalar dünyada ve insanda da işlemektedir. Kozmosun her biriminin insanda bir karşılığı vardır ve aslında o iki dünyanın gerçekliğini aynı anda yaşar. Ortak insanlık mirası mitoloji farklı kültürlerde kendini sergilerken, farklı inanç sistemlerinin ortak amacının “benlik bilgisi”ne ulaşmak olduğunu gösterir. Bunu gerçekleştirirken dünyanın her yeri aslında görünen ve görünmeyen düzeyde sürekli etkileşim halindedir. Bu bağlamda “İnsanın kendi suretinde yaratılması”na ait inancın izlerine farklı sistemlerde rastlanır. Türk, Hint, Mısır, Yunan inanç ve felsefe sistemleri, Yahudi Kabala Geleneği, Hristiyan Mistisizmi ve İslâm’ın Öz-batınî yapısı tasavvuf – hepsinin ortak amacı manevî anlamda “benlik bilgisi”ne ulaşmaktır. Farklı kültürler olarak bilinen Doğu ve Batı Bilgeliği’nin sürekli etkileşim halinde dinamik bir yapı olduğu ve insanlığın aslında aynı kaynaktan çıkan müziğin farklı gibi görünen nağmelerini mırıldandığı söylenebilir. Batı dünyasında Avicenna olarak bilinen İbn Sina’nın “ilim Çin’de de olsa öğreniniz” hadisinin hikmetince, farklı çiçekleri aşılayan arı misali, Doğu’dan aldığı bilgeliği Batı’ya aktararak Batı Tıbbı’nın temellerini atması buna örnek olarak verilebilir. Bireyleşme Tanrı’nın kendini açığa vurması olarak görüldüğünde benlik gelişimi büyük önem kazanır. Mistisizm aşkınlık yoluyla Yaradan’da erimek ve O’nunla yeniden doğmaktır. Mistik inancın maddîliğinde mitsel unsurlar vardır ve mistik tecrübeyle egonun ‘gerçek ben’ olmadığı anlaşılır; mistisizm çelişik bir kişilikten “Bir”liğe uzanan zor bir yolculuğu içerir. Bu yolda nereden gelip nereye gittiğini bilmek bütün bâtıni geleneklerin özünü oluşturur. Bunun için kalp, manevî geleneklerde aklın sınırlarını aşan ilâhî bilgiye ulaşma yeri olarak görülmüştür. Sufî bakış açısına göre insanda var olan kuvvetler ve onların aralarındaki dinamik ilişki varlık bilgisi için çok önemlidir. Manevî kalp, Allah’tan öğrenen akıldır; daha üstün olan her bilginin kalpteki yeri de daha derindir. Sufiler ruhun madde (beden) ile birleşmesi sonunda meydana gelen derecelenmenin ilk kademesine nefs derler. Dünya’da var olabilmenin ve canlılığın gereği, nefes alabilmek için zorunlu olan nefs, terbiye edildikçe letafeti artar, safiyet kazanır. Kötü sıfatlar Rabb’e ulaşmada engeldir. Bu sebeple nefs terbiyesi yoluna, seyr-i sülûka girmek gerekir; amaç cüz’i ruhun küllî ruha kavuşmasıdır. Bu yolda sadece rasyonel akılla değil, içgörü, ruhanî sezgi, nefsi arzu ve benlikten arınarak özgürlüğe Allah bilgisini ulaşılır. Ruh, ölümsüz olan ve Tanrı’nın suretidir; ilahî tecelliyi kabulün gerçekleşmesinin yeridir ve beden üzerinde mutlak hâkimiyetini kurarsa insan mükemmel biçimini alır. Psikolojik ve zihinsel haller ruhun kendisi zannedilmemelidir. Onlar doğaya (nefse) aittir. Ruh bilgisine ancak dolaysız olarak müşahede ile ulaşılır. Akıl ise varlığın hakikatini idrak eden, maddi olmayan ama maddeye tesir eden güçtür. Mutasavvıflar ruhun boyutları, nefs mertebeleri, manevi kalbin tavırları şeklinde letâif olarak ifade ettikleri enerji bedenleri zikretmişler, her bir mertebeyi aşmak için uygun zikir tavsiye etmişlerdir. Yedi enerji beden, yedi nefs mertebesine karşılıktır. Hastalık kim olduğumuzu hatırlamak için kendi kendimize verdiğimiz derstir; dosdoğru bir mesajdır. Nasıl dengesizleştiğimizi anlatmakla kalmaz, “gerçek ben”imize ve sağlığa nasıl geri döneceğimizi de gösterir. Enerji bedende başlar, tedavi edilmezse fiziki bedene tezahür eder. Gerçek iyileşme üst şuurdaki büyük kaynakların farkında olarak yapılan tedaviyle gerçekleşir. Doğu bilimi öznellik-nesnellik ayrımının ötesine geçmeyi öğretir. Nefesin ev sahipliği yaptığı evrensel enerji (Prana; Chi; Can), yaşamın temel kaynağı olarak görülür ve bu enerjiyle gerçek benlik arasındaki ilişkiyi anlatır. Batı’da benzer enerji yapısı düşüncesinin kaynağı ise kâinatın gizemleriyle ilgili ayrıntılı çalışmalar yapmış olan Hermetik Öğretiler’dir. Alkimya, bir kişinin kendi içsel benliğini geliştirme süreci olarak, ruhsal ve manevi dönüşüm yolunu anlatır. Hermetik ilimler ışığında yapılan bu çalışmalar, tümüyle kozmik düzeyde bir dönüşüm, gelişim ve tümsel iyileşmeyi ifade eder. Hermetik Öğretiler, ruhsal yolculuğun bir yolunu açıklarken, bu yolda bir özdeşleşme ve içsel dönüşüm yaşamanın önemini vurgular. Bu bağlamda bireyin kendi içsel gücünü bulması, evrensel enerji ile uyumlu hale gelmesi gerekmektedir. Bireyin içsel ve dışsal değişimlerin tamamlanmasıyla evrensel bilinçle bütünleşmesi hedeflenir. Kişisel benliğin ötesine geçmek için tüm benliğin çeşitli yönleriyle bir uyum sağlanmalıdır. Bu uyum, bireyin kendini, ruhsal ve manevi boyutta geliştirmesiyle mümkündür. Gerçek benlik, bu uyum içinde, daha yüksek bir bilinç düzeyinde ve evrensel bir bütünlük içinde deneyimlenir. Modern psikoloji de bu anlayışla örtüşür; psikolojik iyileşme sadece yüzeysel bir tedavi değil, kişisel ve manevi derinliklerde bir değişimi ifade eder. İçsel dönüşüm, bireyin hem kişisel hem de kozmik düzeyde bir bütünleşmeyi gerçekleştirmesini sağlar.