Geçmişten günümüze farklı şekillerde tanımlanan ve açıklanan çocuk ve çocukluk kavramının değişen toplumsal yapı, teknoloji ve bilimsel gelişimler paralelinde şekillendiğini görmekteyiz. Öyle ki 21. yüzyılda artık çocuk; yetişkin bireylere göre farklı özellikleri bulunan, 0-18 yaş gelişim evrelerinde hassas dönemlerden geçen, sosyal ve kültürel gelişim inşasında olan bir birey olarak kabul görmektedir. İlkel toplumlardan yakın yüzyıllara kadar çocuk; ayrı bir kavram veya ayrı birey olarak kabul görmemiş, minyatür bir yetişkin olarak kabul edilmiştir. Birçok düşünür tarafından Orta Çağ’da çocuk veya çocukluk olgusunun olmadığı belirtilmektedir. Bu döneme ait sanat ürünleri incelendiğinde çocukların yetişkinler tarzında resmedildiği görülmektedir. Bu hususta çocuk, insan hayatında en önemli dönemleri kapsayan gelişim görevlerinden yoksun bir şekilde yetiştirilir ve yetişkinlik döneminde alması gereken görev ve sorumlulukları erken yaşta üstlenir ve hayata atılırdı. Bu düşünce aslında çocuğa ve çocukluğa verilmiş en büyük zararların başında gelmektedir. Çünkü çocukların hayata atılması için öncelikle bir kişilik geliştirmeleri gerekir. Çocukluk dönemini atlayarak hayatın zorlu şartlarıyla karşılaşan çocuklar büyük sıkıntıları ve yıkımları göğüslemek zorunda bırakılmıştır. Bu durum ise çocukluk dönemlerinde kazanılması gereken gelişim görevleri kazanımlarının yerine getirilmemesi nedeniyle temelsiz bir binanın inşasına zemin hazırlamaktaydı. Çocukluk çağına yönelimler 13. yüzyılda başlamasına rağmen çocuğun bütünlük içinde değerlendirilmesi ve bir birey olarak görülmesi 16. yüzyıla denk gelmektedir. Bu dönemlerden sonra çocukluk olgusu birçok araştırmaya konu olmuş, kundaklama ve süt annesi olguları eleştirilerin hedefinde yer almıştır. İnsanların çocuk ve yetişkin gibi gelişimsel dönemlerde herhangi bir ayrıma tabi tutulmadığı bir dönemden artık yavaş yavaş yetişkin ve çocuk ayrımının geliştiği bir döneme geçilmiştir. Bu alandaki çalışmalar 19. yüzyılda yapılan çalışmalarla hız kazanmıştır. Yaşamın ilk altı yılının birey için çok kritik olduğu, zihinsel gelişimin ve kişilik gelişiminin neredeyse ilk altı yılda tamamlandığı söylemleri önem kazanmaya başlanmıştır.Çocuğa her dönem ve düşünce sisteminde farklı açılarla bakılmıştır. “Kalvinst Sistemi” benimseyen düşünürler çocukların doğuştan günahkâr olduklarına, “Davranışçı Ekol”ün düşünce yapısında olanlar çocukların doğuştan nötr olduklarına, “Hümanistler” ve “Doğuştan Mahsumiyet Teorisi”ni benimseyenler ise çocukların doğuştan saf ve temiz olduklarına inanmışlardır. Bunlar, doğrulanabilir veya yanlışlanabilir düşünceler olabilir. Ancak asıl odaklanmamız gereken nokta, bu bakış açıların çok ötesinde çocuğun benzersiz bir birey olduğudur. Çocuğun bağımsız ve farklı karakteristik özelliklere sahip bir birey olduğunu kabul etmemiz, çocuğa vereceğimiz en büyük hazinedir. Çocukların yetişkinler tarafından kabul görmesi, fikirlerinin dinlenmesi ve çocuğun tercihlerinde söz sahibi olması, onun için paha biçilmez bir değerdir. Çocuk ve çocukluk dönemi bir deryadır. Çocuklar bu deryaya dalmadan önce, çocukla ilgili olan bütün yetişkinlerin (ebeveynler, araştırmacılar, eğitimciler...) dalış için gerekli donanımlara sahip olmaları gerekir. Eğer yetişkinler eğitimsiz bir şekilde bu deryaya dalmaya çalışırlarsa sonraki evrelerde çocuklar üzerinde düzeltilmesi zor izler bırakabilirler. H. Jinott’un da dediği gibi “Çocuklar yaş beton gibidir, üzerlerine ne düşerse izi kalır”. Olumlu, yapıcı ve gelişimsel izler bırakmak ancak iyi bir eğitim ile mümkün kılınabilir. Multidisipliner bir çalışma olan ve sekiz farklı bölümden oluşturulan bu kitabın hazırlanmasındaki asıl amaç, çocuklarla ilgili/ilişkili olan (7’den 70’e) bütün bireylere (anneler/babalar, eğitimciler, araştırmacılar ve bu alanlarda yetişen öğrencilerin) bir nebze de olsa fayda sağlamaktır. Eksikleriyle ve hatalarıyla hoş karşılanması siz değerli okuyucuların affına bırakılmıştır.