İnsanı diğer canlılardan ayıran temel özellik onun akıl sahibi bir varlık olmasıdır. Bu özellik, onun yalnızca bedensel arzularla yetinmemesine, başka arayışlara da girmesine sebep olmaktadır. Akletme gücü ile insan; varlığı, evrenin ilkelerini, bu ilkelerin arkasındaki nedenleri anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. Bunun yanında insan, kendi varlığına ve benliğine de bir anlam vermek ister. İnsanın hakikate yönelik bu çabasına dinler belli ölçülerde cevap verirler. Fakat dinlerin verdikleri cevaplar sınırlıdır. Bu sebeple insanın akletme gücüne dayanan felsefe ortaya çıkmıştır. Felsefe kimi zaman dini de bir kaynak olarak kullanabildiği gibi, ondan bağımsız olarak varlığın ilkelerini tutarlı ve sistemli bir şekilde ortaya koymaya çalışır. Yazıyla kayıt altına alınan felsefî etkinliğin kaynağı insanlık tarihine nispeten oldukça geç bir döneme denk gelmektedir. Ancak antropolojik çalışmalarla ortaya konulduğu üzere, insanlık tarihinin oldukça uzun bir geçmişe dayanması, en azından sözlü geleneğe dayanan felsefî etkinliğin tarihinin de uzun olması gerektiği sonucuna bizleri götürmektedir.
Felsefenin tarihsel süreç içerisinde sorunsuz olarak varlığını sürdürdüğünü söylemek hata olur. Bir başka deyişle, felsefe sürekli iniş ve çıkışlar yaşamış ve farklı formlarda günümüze kadar gelmiştir. Felsefî düşünceler bazen sistemsel açıdan filozoflar tarafından eleştiriye maruz kalmış, bazen de söz konusu düşünceler dine bir rakip ve düşman olarak algılanmış ve bu sebeple eleştirilmiş ya da reddedilmiştir. İslam dünyasının Sünnî coğrafyasında felsefeyi eleştiren kişi ve gruplar olduğu gibi, Şiî dünyada da felsefeyi eleştiren kişi ve gruplar vardır. Fakat, Şiî gelenekteki felsefe karşıtı eğilimlerin bütüncül ve felsefî açıdan değerlendirilmesinin ülkemizde henüz yapılmamış olması bir eksiklik olarak değerlendirilmektedir.
Bu çalışmanın temel amacı/iddiası, yaygın bir inanış olarak Şiîlik ile felsefenin iç içe olduğu anlayışına bağlı olarak, İran’da felsefe karşıtı bir eğilim olmadığı anlayışını/ön kabulünü sorgulamaktır. Bu ön kabul, Seyyit Hüseyin Nasr gibi Şiî felsefecilerin “Gazâlî’den sonra felsefenin Sünnî dünyadaki gibi Şiî dünyada akamete uğramadığına, kendisine yurt olarak Şiî dünyasını seçtiğine” yönelik düşünceleriyle pekiştirilmiştir. Ancak pek çok münferit eleştirinin yanında özellikle Ahbârî Ekolü ile Tefkîk Ekolü, bu yaygın kanaatin aksini ispatlamakta ve felsefe karşıtı bir söylem ortaya koymaktadır.
Bu çalışmanın temel amacına ulaşmak için iki hedef belirlenmiştir. Bunlardan birincisi, mezhepsel kaygılar gütmeden - çünkü amacımız Şiî mezhebini eleştirmek ve bu mezhebe karşı Sünnî mezhebini yüceltmek değildir- mümkün olduğunca objektif bir şekilde, felsefe karşıtı kişi ve grupların kendi argümanları ve eserleri üzerinden felsefe eleştirilerine işaret etmektir. İkinci hedefimiz ise bu felsefe eleştirilerinin tutarlılığını sorgulamaktır. Çünkü bakıldığı zaman bu eleştirilerin çoğu dinsel reflekslerle yapılmış, gerçeklikten kopuk olan eleştirilerdir. Bu sebeple zaman zaman onların yaptığı felsefe eleştirileri hem karşıt argümanlarla hem de tarafımızca eleştiriye tâbi tutulmuştur.
Şiî gelenekte felsefe karşıtlığını ele aldığımız bu çalışma, giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde İran Şiî geleneğinin siyasî yapısına ve İmâmiyye Şîası’nın din anlayışına dayanan iki ekol olarak Ahbârî ve Usûlî ekollerine işaret edilmiştir. Bunda amacımız söz konusu gelenekteki eleştirilerin hangi tarihsel dönem ve ekollere ait olduğunun daha net anlaşılmasıdır. Çalışmanın birinci bölümünde öncelikle Şiîlik-felsefe ilişkisi ele alınmıştır. Akabinde herhangi bir ekolün “resmi görüşü” olmadan bireysel nokta-i nazardan felsefeyi eleştiren kişilerin bazılarına işaret edilmiştir. Bundan sonra ise ekol yönelimli felsefe eleştirilerine geçilmiştir. Bu amaçla ilk olarak Ahbârî Ekolü’nün eleştirileri ele alınmış, daha sonra ise çalışmamızın örneklemi olan Tefkîk Ekolü’ne giriş yapılmıştır. Bu bölüm Ahbârî-Tefkîk Ekolü karşılaştırması ile bitirilmiştir.
Çalışmanın ikinci bölümünde Tefkîk Ekolü’nün felsefe karşıtlığına yer verilmiş ve bu ekole göre felsefenin mahiyeti ve meşruiyeti sorgulanmıştır. Daha sonra sırasıyla bu ekolün tercüme hareketlerine, din-felsefe ilişkisine ve tevil anlayışına yönelik düşüncelerine değinilmiş ve bölüm bitirilmiştir.
Çalışmanın üçüncü bölümünde ise Tefkîk Ekolü’nün insan, bilgi ve varlık anlayışlarına değinilmiştir. Bu ekolün varlık anlayışında filozoflara yönelttiği Tanrı ile insan arasındaki türsel benzerlik eleştirisi, filozofların nefs anlayışları, Tefkîk Ekolü’nün insandan bağımsız olarak kabul ettiği akıl ve bilgi anlayışları bu bölümün başlıca konularını oluşturmuştur. Daha sonra bu ekolün âlem tasavvuru ile çalışma bitirilmiştir.
Bu çalışmanın ortaya çıkmasında ve olgunlaşmasında hiçbir şekilde maddi ve manevi desteğini esirgemeyen kıymetli hocalarıma minnettarım. Bu amaçla Sayın Doç. Dr. Ömer Faruk Erdem’e, Prof. Dr. Tahir Uluç’a, Prof. Dr. Doğan Kaplan’a, Dr. Öğr. Üyesi Mahmut Sami Özdil’e, Dr. Harun Dikkaya’ya ve adlarını anmadığım diğer hocalarıma ve çalışma arkadaşlarıma teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca bütün bu süreç boyunca bana sabreden değerli eşim Emine Balcı Yılmaz’a şükranlarımı sunarım.